Tersten Zaman


Ruto ev ınıda elyös!

Orada olmaması gerekiyordu. Bir çizgi vardı yerde, muhtemelen işini bilmeyen bir ustanın beceriksiz elleri tarafından yanlışlıkla çizilmiş. Nasıl bir yerdi orası bilinmez. Oranın bir yer olduğu konusunda da şüphelerim var zaten. Bir zaman da olabilir elbet. İlginç olmaktan da öte, bir resim gibi sırıtıyordu nesneler. Sanırım bilincim dışında var olan bir oyundu bu. Böyle düşünmeye çalıştıkça ya da düşündükçe delirdiğimi hissettim. Halının yerde durması gerektiğini düşünen beynim, zemindeki lambayı görünce tüm aklımı alarak uçup gitti. İçinde su dönen bir raf ters durmuş, akıllıca (nesnelerin akıllıca olması çok ilginç biliyorum) bana bakıyordu. Raftaki kitapların nasıl ıslanmadığına değil de, ters dizilişlerine takmış olmamı hâlâ anlayamıyorum. Ben bunları düşünürken ses beni hatırlamış gibi yeniden tekrarladı:




***

"Ruto ev ınıda elyös!"



***

Garipsemedim. O an sesin ne dediğini anlayıp anlamadığımı hatırlamıyorum. Sessizce arkamda ters duran kadife koltuğa oturdum. Koltuğun rahatsız edici tarafında iki büklüm otururken çevreme bakındım. Düz bakışta renklerin tüm mesafeyi kat edip gözümün önüne geldiğini fark ettim. Ortada duran masa tartışmasız gördüğüm en büyük masaydı. Yeşile kaçan renginin maviye döndüğü aralıklarda; belli belirsiz çizgiler, yorulmuş noktalar ve sanırım kafayı yememe neden olan anlamsız harfler, bitmemiş ünlemler vardı. Garipsemedim derken yanılıyordum belki de. Ses’in beni unutup unutmadığını hatırlamıyorum. Kadife koltuğun sallandığını fark ettikten iki dakika üç saniye sonra ses’e cevap vermem gerektiğini anladım. Önceden dediğim gibi ses’i anlamıyordum, ama sanırım içime ben bilmeden bir şey yerleştirilmişti de, ben daha sesi anlamadan, kendiliğinden cevap veriyordu ona. O an ismimi bilmediğimi ya da unuttuğumu fark ettim. Hazır ol’a geçmiş bir asker gibi önümde gittikçe yamulan zeminin üzerinde dimdik ayağa kalktım. Gözlerim zemindeyken ayakkabılarımın ikisinin aynı olmadığını fark ettim. Ayrıntılar gittikçe yanılsamalarımda tersleşiyordu.



***

Adım aklıma gelmedi, bir yerde bırakmış olmalıydım adımı. “Gölge” dedim bildiğim harfleri birleştirerek. İçimden bir kez daha söyledim Gölge diye. Tekrarlayınca kelimeyi anlamsız bir isme dönüştü. İsmim ‘Gölge’ olmuştu, olabilirdi, fark eder miydi? Hiçbir isme ait olmamaktan daha iyiydi. Bundan daha iyi olan da sesin beni unutmasıydı. Bu sefer ortadaki masanın bir sandalyesine yerleşip masadaki kitapları izlemeye koyuldum. Kitaplar da anlamadığım bir dilde– ki böyle bir dil olduğuna hâlâ inanmam- yazılmıştı ve kapak olarak düşünülmüş sayfa hep sondaydı. Kitapların yanındaki defterler tersten basılmış, rengarenk kalemlerin kapakları açık olarak bırakılmış masanın üstünde duruyordu. Sanırım yanılmıyordum, tersten başlıyordum.




****

Orada durmaması gerekiyordu. Ses odadaki – belki oda denilemeyecek kadar geniş bir yerdi- yüksek bir dolabın üstünde oturmuş bana bakıyordu. Sesi nasıl gördüğümü düşünemeyecek kadar karışıktı kafam, ama hafızam sesin kararlı bir ifadeyle oturduğunu çok iyi anımsıyor. Sonrasında gözüm yavaş yavaş alışmaya çalıştığım odanın duvarlarına takıldı. Sayısız ayna ve tablonun kapladığı duvar, koyu bir maviye boyanmıştı. Aynada gözükmeyen görüntüme takılmadan tabloları izledim, tablolar biten bir resimden devam ediyor, her bir resim farklı bir yeri, farklı bir mevsimi, ancak aynı saniyeyi resmediyordu. Sonrasında resimler gittikçe büyüdü gözümde. Işık günün en keskin sarısıyla gözümü kamaştırdığında fark ettim. Yavaşça kendi etrafımda dönerek tüm tabloları keşfettiğimde, garip bir yanılsamayla göremediğim resim önümdeydi. Tekti ve burası her neyse bir oda ya da zaman, onun usta bir elden çıkmış resmiydi. Masanın yanında gözlerini kocaman açmış, kırmızı hırkasını tersten giymiş, ayakkabıları farklı, uzun saçlı biri duruyordu resimde. Duvardaki aynaya baktım, göz göze geldim suretimle, bendim. Resimdeki de, aynadaki de. Sehpadaki saatin tersten ilerlediğini fark ettim o anda. Elimi uzatıp saati düzelttim. Renkler düzeldi ve kayboldu resim. Uyandım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not