Kayıtlar

Mayıs, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gecikmiş Sefer-II

II Deniz Özlem’in oturduğu kaldırımın sağındaki kavşaktan dönerek istasyonun bulunduğu merdivene doğru ilerledi. Kaldırımın üzerindeki çantasını unutup sessizce ayağa kalktı Özlem aynı anda. Kaldırımda Özlem yoktu artık, zaten görmemişti Deniz onu. Elindeki yeşil hırkası, bilmediği güzel bir anı bekliyordu. Kaldırımın karşısındaki düz yola bakarak iskeleye uzanan merdivenlere doğru yürüdü Özlem. Elindeki yıldız tüm rengini kaybetmişcesine koyulaşmıştı. Parmaklarının arasında sıkıp tüm fark edilmemişliğin sinirini yıldızdan çıkarmak istedi. Vazgeçti. Yere attı yıldızı ve sanki bir kağıtmışcasına üzerine basıp geçti. İskeleye doğru giden merdivenden, her zamanki gibi yavaş yavaş değil de hızlıca indi. Özlem’in yanından geçenler fark etmedi onu. Fark edilecek bir yanı da yoktu, İstanbul’da acelesi olan insana kimse şaşmazdı zaten. En kötüsü de tanımadığı bir insanı sevmekti belki de. Yok sevmek de değildi zaten bu. Deniz elindeki valizin ağırlığını unutarak hızlıca çıktı, istasyona giden

Gecikmiş Sefer-I

Aynı renksiz zamandan gelmişlerdi, biliyorum. Kadın öylece yere oturmuş, dakikaları sayıyordu. Zamanın olmadığını bilmiyordu kadın. Saçları kabullenmemiş bir kızıla oturmuş, elindeki yıldızı döndürüp duruyordu. Terliğinin tabanını tak tak yere vuruyordu kadın, birazdan gelecekti o, biliyordu. Bilmek, bazen nasıl da başa belaydı. Öylece bakıyordu kadın. Bazen durduğu olur dünyanın. Tek bir yaşam, tek bir şarkı olur bazen. Aynı saniyede durur şarkı. Öğle. Sıcağın altında oturmuş, aynı şarkıyı tekrar söylüyordu kadın. Gelecekti elbet, burada ağustosun sonunda, garip bakışların ardında, sokağın ortasında oturması boşuna değildi. Gelecekti. Güzel ne kadar rüya ise, rüyalar da bazen o kadar gerçekti. Dün bir yıldız vardı, penceresinden uzakta, uykusuzken onu yakalayan. Komik gelmişti yıldız, dilek tutmak da komikti zaten. Ancak sabah kalkıp çekmecesinde ,kim bilir, oraya ne zaman koymuştu biri bilinmez ama, gümüşe çalan bir yıldız bulmuştu, biraz eskimiş, ama parıldayan. Tesadüf. Tesadüf kel

Uçtu

Uçtu. Yolunu kaybetmiş bir kelebek sessizce süzüldü odamın içinde. Perdeye yansıyan ışığın içinden geçti ardından. Belki birazdan ölecek diye geçirdim içimden. Sonra kelebeklerin zamanı geldi aklıma. İnsanların anlamlandıramadığı zamanları. Durdum. Perdedeki küçük rozetin üzerinde durdu kelebek. Uzundur görüşemediğim bir arkadaşımı hatırlattı rozet. Bilinçsizce ağlamaya başladım birden. Uykusuz kaldığım günlerde tıkırdatırdı bazen kapımı, ağlamak. Yine o yarım halimi doldurmak için gelmişti belki de. Aslında ne kelebeğin ölümü hatırlatmasıydı ağlamama sebep, ne de arkadaşımı özlemem. Herhangi bir bahaneye sığınabilirdi ruhum. Mesela abimin on gün sonra askere gidecek olmasına da ağlayabilirdim. Baktım. Kelebek sanki o an, evet fark ettiğim bir anda, küçük bir tırtıl oldu, çirkin ve genç. Birazdan yaşlanacağını düşünmeden, yeniden uçtu kelebek, beni hayalimden çekercesine. O an, kayboldu önümdeki aynada ifadem. Gözlerim ağırlaşmıştı zaten, korkuyordum uzakları göremez diye bir gün, yak

Kırılgan Resim

resimler vardı, soğuk karanlıkların boşluğunda. resimler vardı, çırılçıplak gözlerde uyanmış, gülümsemeyi unutmuş ve kimsesiz... çarpık bacakları geç kalmıştı çocukların kaldırımda silinmiş bir sek sek karalamasına... insanlar vardı, bastonlara hayatlarını dayayan... insanlar vardı, uyumadan önce masallara dalan eksik harfler vardı kırılgan cümlelerin sonunda... bitmemişti henüz kavgalar anlamsız bağırışların ardından... tutsaktı, tutsaktı tüm zaman yaşanılan sessiz demirlerin ardında... yaşamdı toprağa vakitsizce gömülen... insanlar vardı sokakların ardında yahut yaklaşmış... titrekti elleri sarhoşun sokak lambasına dayanmışken vücudu insanlar vardı koyu gecelerden sonra pencerelerin ardında sarhoşları izleyen resimler vardı kimi zaman fotoğraflara dönüşen sokak aralarında kaybolmuş yaşamları vardı istanbul'un resimler vardı resimler kimi zaman tek, kimi zaman kalabalığın içinde sessiz.