Kayıtlar

2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nereden gelip nereye gidiyoruz bilmiyorum.

Nereden gelip nereye gidiyoruz bilmiyorum. Bunca zamanı içime devirip yazmak zor. Hep bir şeylerin eksik kaldığını, gittiğini bilerek yazmak özellikle. Düşünüyorum da çoğu zaman ben bile anlamıyorum söylediklerimi. Başkalarının okuyacağını, anlamaya çalışacağını ve hatta anlayacağını düşünmek saçma. İhtimallerle yaklaşıyorlar benim bile yaklaşamadığım bana. İnceliyorlar başta hasta vücudumu. Hasta olmaktan memnun bir halim var tüm hastalar gibi. Yavaşça uzanıyorum göğe. Gök dediğin mavi falan değil, gözünü açamayacağın kadar beyaz. Oturuyorum göğe ayaklarımı yere uzatıp. Dünya değil gördüğüm. Küçük binalar büyüyor gözümün önünde. Ben isimlerini sayıyorum şehirlerin, ülkelerin, bilmediğim nehirlerin, tanımadığım insanların. Hasta diyor adam, hasta bu. Şu odaya götürün diyorlar. Oda dedikleri de oda değil öyle. Belki bir bahçe olabilir. Uzun bir yol var, bembeyaz. Burada her şey beyaz. İnsan beyaz, hava beyaz, yer beyaz, duvarlar zaten hep beyaz. Oturuyorum. Onun ya da diğerlerinin ne de

Bir Sana Bir de Bana...

Size olur mu bilmem; ama ben kimi zaman bir şarkıya takılır. Onun peşinden gider, defalarca dinler, en sonunda şarkıyı adım kadar tanıdık bulur ve sıkılırım. Sonra o şarkıyı yani bir iki ay belki de üç yıl sonra yeniden dinlediğimde başka bir ses duyarım içimde. Bazen sözlerine dikkat etmediğimi ya da arkada çalan bir enstrümanı fark etmediğimi anlarım. Şarkılar, dünyayı döndürür benim için. Hele ki geceleri. Yeni şarkıları ve özellikle denizden gelen sesleri duymak uçurur beni. Şarkı çalarken kulaklarımda kendimi bu dünyadan somutlar, yoldaki hiçbir şeyi görmez, mutlu bir şekilde geçer giderim. Sanırım 3 4 sene önce bir şarkı dinlemiştim. O zaman da böyle garip ve içten gelmişti. Sanırım deniz ve bulut etkiliyor beni en çok. Şarkının başı özellikle; insanda öyle bir hafiflik hissettiriyor ki anlatamam. Her şeyi unutup, gözlerini kapatıp uçar gibi. "bulutların üstünde bıraktım ben kendimi sonunu düşünmeden duygular sarınca beni"

Yol Arkadaşım

Resim
Yol Arkadaşım diye bir dizi var Kanald’de, pazartesi günleri yayınlanan. Uzun zamandır dizi izlemeyen bir bünyeye sahibim. İzlemek istediğim programları bile takip edemiyorum o derece. Ama bu dizinin herhangi bir bölümünü ya da herhangi bir karesini kaçırmak istemiyorum. İlginç olduğundan falan değil. Her ne kadar rol olduğunu bilsem de samimi ve yakın geldiğinden olsa gerek bu takibim. İçinde garip bir müzik, doğa, sessizlik var. Belki söylenmemişliklerin gizemi. Ya da tüm yalanların karşısında hayat tam da böyle dedirtecek bir konu. Konu da pek yok aslında. Ama nedense Ayla ve Suat’ı sessizce ekranlarda izlerken buluyorum kendimi. Yakın geliyor yaşadıkları yalanlar. Yakın geliyor belki de akraba ilişkileri –hiç sonuç vermeyen karmaşık ilişkiler- Hiçbir şekilde kapının kenarına bırakamadığımız yaşamlarımızı ve onun içkinlerini sorgulatıyor bana. Dizi belki de bunları yapmak istemiyor. Safça (aşk ne kadar saf olabilir bilinmez) bir aşkı anlatmak istiyor belki de sadece. O küçük Eylül’ü
Resim
fotoğrafların altına bir iki cümle yazmak isterdim ama kapı, insan ve gökten başka bir şey yazasım gelmedi. o kapı nereye açılır, bu insan nereye gider ve gök neden mavidir soruları için yakında bir şeyler yazacağım sanırım. yok yok gök neden mavidir sorusuna google ile bir siz bakıverin. diğerleriyse yakında.

Bennu Yıldırımlar ve Süper Baba'nın değişmezliği.

Resim
Süper Baba'dan en çok Elif'i hatırlıyorum, Fiko'dan bile daha çok. Elif'in yani Bennu Yıldırımlar bir bu dünyadan olmama takıntısı, bir farklılığı, bir banane ben giderim havası ve güzel bir sesi vardı. Elif deli, Elif gizemli, Elif mine etekli, Elif farklı. Elif hep farklı geldi onca gelip giden kişiliğin arasında bana. Belki içindeki Bennu Yıldırımlar'dandır bu. Her zaman bir adım yanımızdaymış izlenimi veren gülüşüyle yakaladı ekranlarda bizi. Biz onu ilk gördüğümüzde yani bir cuma akşamı televizyonun önünde diz çökmüş Süper Baba'yı izlerken çok küçüktük. Zira ben babamın hangi şarkıcıyı seviyorsun sorusuna, koltuktan kıpırdamadan Mustafa Sandal diyecek kadar küçüktüm. (bilmem neden böyle saçma şeyler gelir aklıma ve neden hiç unutmam) O öyle deli dolu adımlarıyla yürürken yolda, kaçarken polisten, aşktan, Fikodan, hayattan; öylece giriverdi içimize. Kimi zaman onunla tanıştığımı sanıp saçmaladım rüyalarımda. Ama bakıyorum da seneler geçmiş Süper Baba biteli

Yeniye inat.

“Bazen eskiyi olduğu gibi hatırlamak için insan; hep ondan kaçar. Bir köşe kapmaca oyununda bulur kendini. Kaybolan ya da yakalanan kimdir bilinmez ama. “ Dün kaybolmuşum ya da uyuyakalmışım. Onun gibi bir şey. Yeniden eskiye dönmek, onu özlemek gibi. Aslında güzeldir yeni; alışkanlıkları değiştirmedikçe. Alışkanlık nedir ki? Nasıl gelip de öyle vücudumuza oturur ve senelerce çıkmaz üstümüzden? Alışkanlıkları terk edememek değil sorun ama. Sorun insan’lar. Ki insanlar beni anlamaktan oldukça yoksunlar. Ben de pek anlatmıyorum kendimi. Konuşacak bir şey bulamıyorum çoğu zaman. Uzağa, daha da uzağa bakıyorum her seferinde. Ama uzaklar iyi gelmiyor bir süre sonra. Güvenmiyorum kendime sonra. Sesim titriyor. Gülmelerini istiyorum başta. Sonra tüketiyorum kendimi. Her şey bitiyor ve sahne. Susmak istiyorum. Ne düşündükleri umurumda olmasa. Belki durakta otobüs beklerken birileri daha fark eder -benden başka- benim onlardan önce geldiğimi. Gülümseyince çevrilmez suratlar belki. Çok mu şey i

ada

Resim
Böyle bir yerde yaşamak isterdim mesela. hamak. deniz. ada. rüzgar. ben sen o biz siz. güzeldir ada. güzeldir başka şehrin mevsimleri.

Pentel kalemimle mutluluk

Bugünün pazartesi olması elbette bugünün güzel olmasını engellemez. Hele ki benim mutlu olmamı hiç engellemez. Bugün sabah uzun zamandır kullanmadığım çantanın, alakasız bir cebinde; uzun zamandır aradığım, en sevdiğim kalemimi buldum. Bunun sizin için bir anlamı yok biliyorum. Ama benim için anlamı mutlulukla eşdeğer. Sizin için anlamı olmamasının sebebi; henüz Pentel marka uçlu kalem kullanmıyor olmanızdan olabilir. Bundan önceki Pentel kalemimi bir final sabahı kaybetmiştim. Ardından sınavım kötü geçti. Bu pentel kaleme ilk defa Mephisto’nun kırtasiye bölümünde rastladım. Aslına bakarsanız; biraz ilkokul kullandığımız düz renk kalemlere benziyor bahsettiğim kalem. Ama kullandığımdan beri ayrılamadığım bir kalem oldu kendisi. Nedense çok az yerde satılıyor. Dediğim kaleme sadece Mephisto’da rastladım. Farklı Pentel uçlu kalem modelleri Cağoloğlu’nda birkaç kırtasiyede bulunuyor. Sitesinde diğer modellerine bakıp siz de bu dediğim yerlerden edinebilirsiniz. Bahsettiğim kalem için tıkl
Resim

yirmiağustosikibinsekiz

Bundan yaklaşık üç yıl önce bir hikaye yazmıştım. Yine yaz'dı. Sanırım ÖSS'den sonraki ilk yaz. Hikayede doğumgününde intihar eden bir kız vardı. Şimdi o hikaye nerede bilmiyorum. Ama nedense aklıma geldi. Bugün hayat bin kez daha yordu beni. Gelse de anlatsa o kız hikayesini. Dinlesem, dinlesek hep birlikte. Ardından güzel bir şarkı çalsa. Ne olur bilmem. .yirmiağustosikibinsekiz.

Büyük Siyah Balık

Akvaryumda üç büyük balık var. İkisi karıkoca birisi yabancı. Bu karıkocanın da bir sürü yavrusu var. Bir türlü sayamadım, otuz civarında olabilir. Şimdi bu yabancı balık -yani biz ona büyük siyah balık diyelim- bu karıkocanın yavrularını mideye indirdi bir iki gün önce. Bunu görmedim. Ama sabahın köründe bu mutlu ailenin, büyük siyah balığa saldırmasının başka bir nedeni olamazdı. Belki de olabilirdi. Henüz balıkların ruhlarıyla ilgili bir bilgiye sahip değilim. Önceleri büyük siyah balıktan yana değildim. Gidip pek sevimli yavruları yiyip duruyordu. Ama o sabah bu karıkocanın gidip bu masumu dövdüklerini görünce taraf değiştirdim. Türk genlerini taşıyan bir birey olarak ezilen tarafı tutmasam olmazdı. Hemen büyük siyah balığı dövmelerine müdahele ettim. Diğer iki salak çok korktular. Öyle ki; akvaryumun bir köşesine sıkışıp kaldılar. Diğer gün akvaryumdan gelen koku gittikçe arttı. Sahi akvaryumdan gelen kokudan bahsetmedim. Böyle yeni tutulmuş balık gibi kokmaya başladı akvaryum. Ak

Sınav Zamanı

Resim
Sınav zamanında; dersin başına oturmadığım zamanlarda da başka bir şey yapmak istemiyorum. Her nedense sürekli uykum geliyor. Sınav sonrası yapacaklarıma dair bir sürü şey planlıyorum. Yok kitap okuyacağım, yok buraya gideceğim, yok şu ne zamandır düzeltmediğim cd`leri, fotoğrafları düzeltececeğim gibi bir sürü şey geçiyor aklımdan. Ders çalışmaksa; tam bir facia. Sanki bu kadar sınavı olan ben değilmişim gibi davranıyorum sürekli. İki sınavı atlattığım halde; Proje gibi seçmeli dersi son anda bütünlemeye bıraktim; kağıdı silerek. İyi mı yaptım kötü mü sınavdan sonra anlayacağız. Nedense seçmeli dersler; ana derslerden daha zor geliyor bana. Sonra bugün sabah ilginç bir şekilde kendi kendime 8`de kalkıp Gökhan Kırdar-Üstüme Basip Geçme`yi dinledim. Bu şarkıyı ilk duyduğumda hayran kalmıştım. Tabii tüm sevdiğim şarkılara yaptığım gibi 100 kere dinlemiş, sonra bir süre arayla -uzun bir sure- dinlemekten vazgeçmiştim. Sonradan dinleyince iyi geldi. Ders bile çalıştım o derece. Şu Proje ha

Sınırların ötesinde saçmalamak

Çok saçma olabilir belki. Gecenin bu saatinde yazasım geldi. Az evvel biten gün İstanbul`un fethedildiği gündür (takvimlerin yanılma payını saymazsak) İstanbul`un fethi; kurtuluş tarihinden daha iyi bilinir. Nedense İstanbul`un Kurtuluş tarihi -6 Ekim 1923- genelde pek bilinmez. Ben İstanbul`u gerçekten sevdiğimi; Aksaray-Taksim yolu üzerinden geçerken anlıyorum. Solumda deniz, şehir kaldığında daha bir seviyorum burayı. Ancak ne zaman otobüs yarım saat geç kalıyor, ne zaman insanlarından yoruluyor ve sinirleniyorum; o zaman nefret ediyorum İstanbul`dan. Bugün de bir on beş dakika bekledim otobüsü; neyse ki çift katlı otobüs geldi de mutlu oldum. Nedense ne zaman çift katlı otobüs gelse -kaç kere bindiğim halde- her seferinde mutlu oluyorum. Küçükken legolardan çift katlı otobüs yaptığımdan olabilir. Fikrimi çaldılar; yoksa ben çoktan zengin olacak ve bu berbat üniversitede okumayacaktim. Banane iktisadin yalanlarından ve varsayımlarindan diyebilecektim misal. Şimdi bir de otobüslerin

Mavisel`e

Bu yazi sadece ve sadece Mehlika icindir, kimsenin ustune alinmamasi makbuldur. `Çok çok önceden yazılmıştı, hatırlıyorum, hani biz sınıfın en arkasına kurulduğumuzda, hani senin ilginç yazı karakterlerin bir kağıda dolduğunda bu satırlar, hani biz gülüyorduk…` demissin `Doktor Sizde Tebessum Var mi? yazim icin. Sen bunu soylemeden ben bu aralar sana yazmayi dusunuyordum. Malum insanlar yoruyor, insanlar bizim gibi degil, hep ayni nedenler. Ve insan ister istemez eskiye donuyor. Aslinda donmek demeyeyim, biz birbirimizden hic vazgecmedik, bu bakimdan donmek degil, aramak diyelim. Aslinda boyle baslamayacaktim. Nasil baslayacagimi da bilmiyordum, baslamayi pek sevmiyorum sanirim. `Doktor Sizde Tebessum Var mi?`dan baslayayim o zaman direkt, yazma amaci bile eglenmek olan bir yazidan. O aralar hangi minorde, hangi taklada, hangi sarkidaydik bilmiyorum. Belki sesinin gurledigi bir siir dinletisindeydik ya da benim yazmayi biraktigim sinirli donemlerimden birinde. Ne olursa olsun hep bizdi

Devam

Burayı boş bırakmamak adına; bir iki gün sonra bir şeyler yazacağımı belirtmek adına, neyse öyle şimdi. İzleyin ve bekleyin efendim.

Mutluluğun kaynağı:Solino ve çaya batırılmış bisküvi.

Resim
Bugün uzun zamandan beri aradığım Solino`nun müziklerini buldum. O bakımdan pek sevinçliyim. Her ne kadar final haftasında ve şu an uykusuz olsam da güzel şey müzik dinlemek. Solino`yu ne çok sevmişim o aklıma geldi. Almanca bilmediğim halde -filmin dili Almanca- (lisede öğretilen wie heibe du? ich bin.. haric) ve filmin çoğu yerinde alt yazısı olmamasına rağmen filmi nasıl bu kadar beğenebilirim? 1-Moritz Bleibtreu (Bu adama uzun bir zamandan beri aşığım sanırım. Yani böyle garip aslında süper yakışıklı falan da değil. Anlayamadım.) 2-Fatih Akın (İçinde bulunduğu her filmi vs. izleyebileceğimi düşünüyorum.) 3-Filmin müzikleri. 4-Pizza ve makarna. Türklerin Akdeniz insanı olması sebebi ile İtalyanlara benzediğini söylerler. Bir Akdenizli olarak da sanırım ben İtalyanların yemeklerini seviyorum. Tabii bir de Venedik. Bir gün evden kaçıp uzun zaman orada kalmak istiyorum. 5-Yine Moritz. Sanırım en çok sevdiğim oyuncu kendisi. Kadınlardan da Bennu Yıldırımlar`i severim, ama bunun konumuz

2008

ikibinsekiz olmus. Bu arada bu iki bin sekizin aynen boyle ayri yazilmasi gerekir. Ama bitisik daha guzel. Sanirsam eksikhece`yi kuruyoruz. Sonra guzel gidiyor gibi her sey. Yani kotu degil en azindan. Istanbul`da kar var, hava soguk, icimiz titrese de, kahve ve uyku guzel. Iyi geceler.