Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Uzak Balık

Saçlarını unutabilirdiniz onun. Anlamsızca gülmeleri aklınıza gelmezdi belki. “Tırnaklarımı yemeyi bıraktığım an sigara içmeyi de bırakırım.” demesi mantıklı gelebilirdi insana sonradan. Ellerini unutabilirdiniz, yeşile, mora, maviye boyanmış ellerini. Gecenin en olmadık saatinde yollara düşmüşken ve ağır ağır yürürken beyaz kaldırımında yolun, birden garipçe bağırmasını unutabilirdiniz. Hatta sonra oturup her zaman gülen bu suratın ağlamasını da… Ama hiçbir zaman kösele ayakkabılarının size doğru gelen adımlarını unutamazsınız. Sanki her adımda yeri delecek gibi, sanki her adımda ben buradayım der gibi: ”Tak, tak, tak.” Parmağını kanatmış küçük bir çocuk gibi evine koştuğunda da dolardı odasına, şu anda beynimin herhangi bir köşesinde yatan kokusu. O koku sanki bütün kokuları siler geçerdi. Penceresinden içeri sızan hanımeli kokusu bile o baygın kokusunu alıp çeker giderdi bu karanlık odadan. Belki de başka kokulara alışmadığından odası, onun kokusuna hapsolurdu her

Anlamlandırma Oyunu

Çarpık kentlerin düşüncesiz zamanı, hoş geldin! Uykumu bölen bir gecenin ortasında, tüm sesler uzaktan bir kavgaya çağırıyor beni. Gecenin bu en olmadık saatinde gir-dap gir-dap diye bağırıyor eski sandalye, bir öne bir arkaya doğru sallandıkça. Ayaklarının üzerine basıyorum sandalyenin, sussun diye. Susmuyor… Sürekli oynadığım oyunun tüm savaş stratejilerini ezberlemiş beynim. Ancak benle konuşmaya gelince kaçıyor benden. Sanki ben değil de bir başkası içimdeki. Tanımıyorum onu, tanımak istemedikçe de ayrılıyor benden. Nesneler konuşuyor sadece. Sokaktaki patlamış borudan şıp şıp diye bir ses yükseliyor sonradan. Düşlerim sessiz, düşüncelerim allak bullak. -Sinirlisin. Sinirliyim diyorum en sakin tavrımla. Oysa pencerenin camına vurup elimi kanatmak istiyorum delicesine. -“Kırgınsın.” diyor saat, zamanı hatırlatan tik taklarıyla. Tik taklar bu sefer kır-gın kır-gın şeklinde çıkıp kulağıma ulaşıyor. Yine kafayı sıyırma mertebesine ulaşmış bir deli oluyorum sanırım. Arkamda bir gölge v

Bulutlar ölmez ki….

Resim
Bulutlar ölmez ki…. Saklandığında yağmurlar karanlık şehrin kavgalı duvarlarına, bir renktir çözülür pencerelerde. Bir sestir, durur çizgide. Bir kelimedir ki, cümlelere denk düşmez kalemlerde. Uyur masaldaki gibi, hayaller rengine kavuşmadan önce. Kaçırdığında bulutlar, yağmur damlalarını, bir mavidir gizler geceyi. Gündüz, kristalden bir kadeh gibi yakar gözümüzü. Güneş yoktur ki, sarının olmadığı gibi. Çarpıtılmış cümlelerle açarız kapıları, korkak değiliz, yağmur korkak. Bulut korkak. Kaybettiğinde yıldızlarını, göğün altına yuvarlanıverir hecelerim. Hece dediğin de öyle üç boyutlu bir hikayeden kalma, bir sessizlik sadece. Korkup kaçar bir balık, yok şiir falan, öyle otur oturduğun yerde derim balığa. Sarıldığında mavi örtüsüne küçük kara balık, kalemin ucunu açmadan, yazarım noktasız harflerimle, balık, küçük balık. Tüm uykularım zedelenmiştir oysa benim. Bölüştüğümüzde kalemleri, boşluktan resim yapmak için, bir kırmızı kalır. Kelebek gibi. Dingin ve usulca kaçar

Uyku Nehri

Resim
Bölünüyor uykularım en olmadık günlerde. Burada durduk yere karartıyoruz günleri. Eteğine takılıvermiş, kaçıp giden resimlerim. Uzattıkça bitiremediğimiz bir resim bu. Uzadıkça kayboluyor, önümdeki nehir. Nehirlerin yeşil olduğuna dem vurmayacağım şimdi, öyle yaşlıyız ki ve öyle korkak tüm sözcükler içimizde hapsedilmiş. Bir çingene sanırım, tüm kıvrımlarımda beynimin dans ediyor umarsızca. Eline kim bilir vakitte düşmüş ismini bilmediği, bir çiçek var. Arkasından bağlanmamış saçları. Çingenelerin saçları hep açık ve dalgalı olur. Beynimin içinde dönüp duruyor bağırışlarıyla. Ve hep seslidir çingeneler sokak aralarında. Çaresiz desenlerinde zeminin, bir çocuk elinde çantası, yer yer kaybolmuş adımlarıyla yavaşça vuruyor ayaklarını. Bir çocuk sallanıyor sanki kafamda, elinde çantası, gözlerini kocaman açmış. Hangi karanlığa dönüşsek sessiz şehirde, bir denk düşmemişlik yineleniyor dilimizde. Biz aynı dili konuşan, suskunlarız aslında. D ö r t diyorum zaman aralıklarına s

Mabab

Kızım deseydin Saatleri durdururdum. Alışabilirsin birinin yokluğuna, gitmesine, olmamasına hatta Ama varken yabancı olmasına... Gülseydi gözlerin Uçardı kalbim Koşarak gelirdi sana Titremezdi sesim... Bir gün belki sarılsaydın bana Ağlamazdım en komik filmlerde Kaçmazdım, yorulmazdım... En ağır yükü taşıdığında kalbim Bırakmazdım kendimi, Atmazdım taşlarımı yere. Sevseydin... Masallarım büyürdü Yazılarım gülerdi Yalnız kalmadım kalabalık dünyamda Sevseydin Kimse kırmazdı beni Ağlamazdım... Sevseydin, Biraz daha geç büyürdü çocukluğum Tırnaklarım yerinde kalır, Sözcüklerim dilime gelir, Ben de sarılırdım bir yaz sabahı. Belki bir ağustos güneşi İyi ki doğdun kızım deseydin, Dalmazdı gözlerim denize. Uzağa çok uzağa gitmezdi adımlarım. Sevseydin uzanırdı içim kalbine Basit hatalarım büyümezdi karnemde, Affedebilirdin. Sevseydin görürdün sonsuz sevgimi, Çıkarsız, beklentisiz saf sevgimi. Kızım desen, Dünyayı durdururdu sesim. Ama söylemedin.

Genza

Resim
Öne doğru oturdu. Olmadı. Arkaya çekti kendini. Saçları sıkıştı sandalyenin parmaklıklarına. Burada olmamalıydı. Ait değildi buraya. Kimin nereye ait olduğu konusunda neler düşünmüş, neler yazmıştı bunca zamandır. Yazmasaydı da olurdu. Kimi zaman kağıdı alıp da yere atardı. Kalemlerini kırardı. Yazmak başa belaydı sonuçta. Hani bir günlüğe hayatını anlatmak gibi, hani olmadık bir yerde zamansızca okunmak gibi. Yazmak cesaret ister. Yazmak kağıt değil, kalemi farklı yönden tutabilmeyi ister. Öyleyse dedi yüksek sesle. Buraya ait değilim ben. Ama nereye? Ellerini kafasından çekip düşündü. Bulamadı. Güneş olmadık günün, olmadık ışınlarını odaya serpince gün yüzü doğdu içine. Rastlantılarından resim yapmak istedi. Kağıdı düzgünce koyup masasına, bulabildiği kalemlerle çizdi. Bu bir dünyaydı. Sağ tarafa bir adamı oturttu, elinde kalemi, önünde defteri. Adamın hemen karşısına binlerce kafa çizdi. Renklere boğdu resmi. Olmadı. Yavaş yavaş siyahlaştı kafalar önünde. Aynı yöndeki sin

Pazar Makamı

bir pazar makamı, kapanır ışıklar vakit aynı, değişmez adımlar, suratlar ben aynı, kalbim ağır şiir yok, ses yok konuşsam ağlar harflerim. belki "nasılsın" diye sorarsın  iyiyim derim belki bahar gelir yağmursuz, sıcak ısınır içim belki yazmak zor olur konuşsam geçer. bir ışık vakti köprüde kalır karanlık kalem bırakır yalnızlığı ben susarım, kağıt susar.

Depresyondan Nasıl Çıkılır? -2

Resim
2013 yılında yazdığım   “ Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?”   yazıma hem yorum, hem mail, hem de mesaj olarak çok soru geldi. Sitedeki yorumdan çok mail aldım, hatta bazı sorular tanıdığım insanlardandı. "Ben de bunları yaşadım, kurtuldum ya da devam ediyo"r diyorlardı. Ben de bir süre önce geçirdiğim bu kötü zamanı onlara ayrıntısız anlatıyordum, hatta kurtulmak için neler yaptığımı da. Aldığım maillerin çoğu ne yapmam gerekiyor, nasıl kurtulacağımla ilgili. Bununla ilgili facebook’dan yazanlar bile oldu. Gelen sorulara hislerime, yaşadıklarıma, okuduklarıma göre cevaplar vermeye çalıştım. Sitedeki bazı sorulara da cevap veremedim. Hem zamansızlıktan, hem de nasıl cevap vereyim, doğru mu yapıyorum diye düşünmekten bazı sorular askıda kaldı. Bu sorulara toplu bir cevap vermeye ve kendi tecrübelerime dayanarak bir şeyler yazmaya karar verdim. Yazıyı okumadan önce 2013’deki yazımın başına yazdığım şeyi tekrar yazıyorum. Psikolog değilim, psikoloji eğit