Uzak Balık
Saçlarını unutabilirdiniz onun. Anlamsızca gülmeleri aklınıza gelmezdi belki. “Tırnaklarımı yemeyi bıraktığım an sigara içmeyi de bırakırım.” demesi mantıklı gelebilirdi insana sonradan. Ellerini unutabilirdiniz, yeşile, mora, maviye boyanmış ellerini. Gecenin en olmadık saatinde yollara düşmüşken ve ağır ağır yürürken beyaz kaldırımında yolun, birden garipçe bağırmasını unutabilirdiniz. Hatta sonra oturup her zaman gülen bu suratın ağlamasını da… Ama hiçbir zaman kösele ayakkabılarının size doğru gelen adımlarını unutamazsınız. Sanki her adımda yeri delecek gibi, sanki her adımda ben buradayım der gibi: ”Tak, tak, tak.” Parmağını kanatmış küçük bir çocuk gibi evine koştuğunda da dolardı odasına, şu anda beynimin herhangi bir köşesinde yatan kokusu. O koku sanki bütün kokuları siler geçerdi. Penceresinden içeri sızan hanımeli kokusu bile o baygın kokusunu alıp çeker giderdi bu karanlık odadan. Belki de başka kokulara alışmadığından odası, onun kokusuna hapsolurdu her