Kayıtlar

Mayıs, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hoşça kal.

Herkes yürüyor. Bir şekilde zaman geçiyor. Zamanın şarkısız geçtiği olmuş mu bugüne kadar. Her gün farklı bir şarkı çalıyor içimde. Benim kadar karamsar olmamalıydı bir insan. Sesim titrek, sesim ağlamaklı, gitmek istiyorum diyorum, kalsam ne olur bilmiyorum; gittiğimde ne olduğunu bilmediğim gibi. Hiçbir şey yürümedi. Ben eskisi gibi bir çikolataya sevinemedim, gülemedim gözlerine, sevemedim tekrar seni. Biliyorum tüm suç benim, suç benim kararsızlığım. Oysa ben tüm insanları, hisleri tanıdığımı zannederdim. Öyle değilmiş. Bazen insan orta yoldan da yürüyebilirmiş, ne sağa, sola geçmeden. Kimseyi geçirmeden içinden, geleceğini bilmeden öylece asılı kalabilirmiş. Biliyorum bunlar bize göre değil. Zaman geçmiş, her yer hep seninle dolmuş. Ne bileyim adım atmadığımız yer kalmamış buralarda. Bundan sonra hani birkaç yıl sonra aynı yerlerden geçince ne değişecek? İçimiz mi sızlayacak, ne bileyim o aldığım saati taktığında, zaman duracak mı bu sefer? Ya da tüm aldıklarımız başkalarının k

Karnımdaki Karıncalar

Bir yerde, bir zamanda, belki de bir kokuda kendimi unutmuş olmalıyım. Aynaya bakıyorum bir iki gündür. Yüzümde bir “Amelie” gülümsemesi. Bahar gelmiş, hanımeli kokusu tüm sokağı kaplamış olabilir, hatta en sevdiğim şarkıyı bir anda radyoda duymuş, eski bir arkadaşıma yolda rastlamış olabilirim. Ama bu mutluluk nereden geliyor? Sanki yeni bir ülke buldum, yeni bir icat ya da? Uyumadan önce karnımda mı midemde mi olduğunu anlamadığım bir dalgalanma. Yoksa doktor bir arkadaşa mı danışsam, yeni bir hastalığa mı kapıldım acaba? Sonra uyku, masal gibi rüyalar ardından. Eski karamsar beni hangi sokakta, hangi zamanda bıraktım bilmiyorum. Kendi kendime uyanıyorum. Gök mavi. Hava güzel, bahar gelmiş. Sonra sen. Biraz uzakken hafif, yaklaşınca yoğunlaşan bir koku. Gülüyorum. Sanki midem ağrıyor, oysa daha bir şey yemedim ki. Yoksa midem değil karnım mı? Karnımda karıncalar dans ediyor sanki. Bazen konuşurken kelimelerim anlamsız birer cümleye dönüşüyor. Doğruyu söylemiyorum, söyleyemiyorum.

Sürgü

Yollar karanlık olabilirdi elbet, Sonundaki aydınlığa inat. ve yavaşça yaklaşabilirdi, Bilinmeyene adımlar... Yıllardır unuttuğu bir yeri hatırlayabilir insan. Çocukluğunu karıştırıp korkuyla eskiye sarılabilir birden. Siyah beyaz zeminin ardından dümdüz bir yol gözüküyor adamın önünde. Renkler karıştırıyor, aydınlıkla karanlık arasındaki çizgiyi. Adımlar birer birer kayboluyor arkasında adamın. Yenik düşüyor gözleri tanımadığı bu karanlığa, soldaki aynada beliren suretinden korkuyor, bir anlık göz yanılmasıyla. Nesnelerin sessizliği bozan garip tıkırtıları zaten yavaş olan adımlarını iyice yavaşlatıyor adamın. Ardından vücudu soğuk bir esintiyle diriliyor. Saçları birden çekiliyor sanki, köklerinden. İçeriye girdiğinde ardında bıraktığı dışarıda, eski bir sokak lambası güçsüzce yansıttığı ışığını söndürüveriyor, gecenin ortasında. Nesneler ne kadar da zamansız… Sokak lambasına bakıp rahatlıyor adam. Gece karanlık... Korkunun nasıl başladığıyla ilgili çok şey söylenebilir belki

ARSIZ ZAMAN

I İşten çıktığında çoktan hava kararmıştı. Soğuk, kabanının içinden girip tüm kemiklerini üşütüyordu. Önceden yani lisedeyken falan bu kadar üşümediğini, kar yağarken dışarı gömlekle çıktığını hatırladı. Yaşlanmak diye bir şey gerçekten vardı demek ki. Kışı sevmemek için çok sebep var diye düşündü, yanından geçen araç üzerine çamuru sıçrattığında. Saatine tekrar baktı Işık, oysa daha iki dakika önce bakmıştı; saat altı olmuştu. Bir yere geç kalma telaşıyla kuaföre doğru hızlı adımlarla ilerlemeye çalışıyordu. Önündeki nereye gittiği belli olmayan insan sürüsü olmasa muhtemelen gideceği yere çoktan ulaşmış olurdu. Yolun orAtasında bir anda duran kadına kızmak istedi. Sonra ne kadar da çabuk sinirleniyorum dedi. Hızlı adımları birkaç dakika sonra koşmaya dönüştü. Bir şey unuttuğunu düşünüyordu, ama neydi? Koşmak onu birden rahatlatmıştı, kuaföre yaklaştığını görünce sevindi. İçinde garip bir heyecan vardı, gece olacakları aklında kurup duruyordu. Kuaförden içeri girdiğinde fön maki

Bahar vakti.

Kitabı bitirmeye on sayfa kala çıktım evden. Önceden bir kitabı yarım bırakmanın unutkanlığa neden olduğunu düşünürdüm. Tüm telefon numaralarını aklımda tutmaya çalışırdım; bir gün bunayacağıma inanıyordum çünkü. Gittiğim yere varmama elli dört dakika var, sen de bir saat. Bir saat nasıl geçer ki; bu kış vakti, İstanbul’da trafiğin bir türlü bitmediği bir yolda, yine kalabalık bir otobüste. Hem insanlara, hem de saate bakmadan geçmesi gereken elli iki dakika. Bak gördün mü, hemen de geçiverdi iki dakika. Ama bu geçen dakikalar senin için. Ben şu anda ilk durakta inme ihtimali yüksek olan kişiyi hesaplıyorum. Sezgilerime güvendiğimi ve o kadar sene aldığım olasılık dersinin sadece bu hesaplamaya yaradığını söylemiş miydim? Zamanın geçmesi için ilk yol; müzik dinlemek. Ama şarkının bile bittiği bir nokta var. Kimi zaman tüm yol boyunca kaç tane şarkı dinlediğime bakıyorum; bir türlü sayamadım bunu. Çünkü olasılık hesaplarım her seferinde tuttuğundan hemen önünde beklediğim kişi bir sonra