Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yalnız Ruh Sahnesi

Dün-ya ve bencil bir oyuncu ben... aynı perdeye denk gelmiş yalnız ruhlarız biz, korkak ve silinmiş isimlerimiz... aynı karede kaybolan yüzlerimiz... tüm adımlar tanıdık uzaktan uzaklar başlangıca öyle yakındır ki oysa büyümüş, korkularda bedenlerimiz… ne bir gemi ne de bir balık olma umudunda ruhlarımız uçları dokunur şarkıların boşluğa şimdi ölmelerin zamanındayız... Sahibi belirsiz bir türküdür kimi zaman yaşam Henüz sallamadığı bir beşiğiz, Annenin ellerine bırakılan, beyaz ve kimsesiz… bir boş zamana düşer saatler, boşluktan öteye.. kaybolur… kaybolur her şey mavinin içinde. Öylece sinmiş adımız renklerimize. Öylece durur renkler içimizde. Unutmuşuz kimsesiz rollerimizi oyunumuzda, Yaşamımız ki; Eksik bir kanadını ararız Kaybolmuş uçurtmanın Mavideki beyazın içinde.

Gecikmiş Sefer-II

II Deniz Özlem’in oturduğu kaldırımın sağındaki kavşaktan dönerek istasyonun bulunduğu merdivene doğru ilerledi. Kaldırımın üzerindeki çantasını unutup sessizce ayağa kalktı Özlem aynı anda. Kaldırımda Özlem yoktu artık, zaten görmemişti Deniz onu. Elindeki yeşil hırkası, bilmediği güzel bir anı bekliyordu. Kaldırımın karşısındaki düz yola bakarak iskeleye uzanan merdivenlere doğru yürüdü Özlem. Elindeki yıldız tüm rengini kaybetmişcesine koyulaşmıştı. Parmaklarının arasında sıkıp tüm fark edilmemişliğin sinirini yıldızdan çıkarmak istedi. Vazgeçti. Yere attı yıldızı ve sanki bir kağıtmışcasına üzerine basıp geçti. İskeleye doğru giden merdivenden, her zamanki gibi yavaş yavaş değil de hızlıca indi. Özlem’in yanından geçenler fark etmedi onu. Fark edilecek bir yanı da yoktu, İstanbul’da acelesi olan insana kimse şaşmazdı zaten. En kötüsü de tanımadığı bir insanı sevmekti belki de. Yok sevmek de değildi zaten bu. Deniz elindeki valizin ağırlığını unutarak hızlıca çıktı, istasyona giden

Gecikmiş Sefer-I

Aynı renksiz zamandan gelmişlerdi, biliyorum. Kadın öylece yere oturmuş, dakikaları sayıyordu. Zamanın olmadığını bilmiyordu kadın. Saçları kabullenmemiş bir kızıla oturmuş, elindeki yıldızı döndürüp duruyordu. Terliğinin tabanını tak tak yere vuruyordu kadın, birazdan gelecekti o, biliyordu. Bilmek, bazen nasıl da başa belaydı. Öylece bakıyordu kadın. Bazen durduğu olur dünyanın. Tek bir yaşam, tek bir şarkı olur bazen. Aynı saniyede durur şarkı. Öğle. Sıcağın altında oturmuş, aynı şarkıyı tekrar söylüyordu kadın. Gelecekti elbet, burada ağustosun sonunda, garip bakışların ardında, sokağın ortasında oturması boşuna değildi. Gelecekti. Güzel ne kadar rüya ise, rüyalar da bazen o kadar gerçekti. Dün bir yıldız vardı, penceresinden uzakta, uykusuzken onu yakalayan. Komik gelmişti yıldız, dilek tutmak da komikti zaten. Ancak sabah kalkıp çekmecesinde ,kim bilir, oraya ne zaman koymuştu biri bilinmez ama, gümüşe çalan bir yıldız bulmuştu, biraz eskimiş, ama parıldayan. Tesadüf. Tesadüf kel

Uçtu

Uçtu. Yolunu kaybetmiş bir kelebek sessizce süzüldü odamın içinde. Perdeye yansıyan ışığın içinden geçti ardından. Belki birazdan ölecek diye geçirdim içimden. Sonra kelebeklerin zamanı geldi aklıma. İnsanların anlamlandıramadığı zamanları. Durdum. Perdedeki küçük rozetin üzerinde durdu kelebek. Uzundur görüşemediğim bir arkadaşımı hatırlattı rozet. Bilinçsizce ağlamaya başladım birden. Uykusuz kaldığım günlerde tıkırdatırdı bazen kapımı, ağlamak. Yine o yarım halimi doldurmak için gelmişti belki de. Aslında ne kelebeğin ölümü hatırlatmasıydı ağlamama sebep, ne de arkadaşımı özlemem. Herhangi bir bahaneye sığınabilirdi ruhum. Mesela abimin on gün sonra askere gidecek olmasına da ağlayabilirdim. Baktım. Kelebek sanki o an, evet fark ettiğim bir anda, küçük bir tırtıl oldu, çirkin ve genç. Birazdan yaşlanacağını düşünmeden, yeniden uçtu kelebek, beni hayalimden çekercesine. O an, kayboldu önümdeki aynada ifadem. Gözlerim ağırlaşmıştı zaten, korkuyordum uzakları göremez diye bir gün, yak

Kırılgan Resim

resimler vardı, soğuk karanlıkların boşluğunda. resimler vardı, çırılçıplak gözlerde uyanmış, gülümsemeyi unutmuş ve kimsesiz... çarpık bacakları geç kalmıştı çocukların kaldırımda silinmiş bir sek sek karalamasına... insanlar vardı, bastonlara hayatlarını dayayan... insanlar vardı, uyumadan önce masallara dalan eksik harfler vardı kırılgan cümlelerin sonunda... bitmemişti henüz kavgalar anlamsız bağırışların ardından... tutsaktı, tutsaktı tüm zaman yaşanılan sessiz demirlerin ardında... yaşamdı toprağa vakitsizce gömülen... insanlar vardı sokakların ardında yahut yaklaşmış... titrekti elleri sarhoşun sokak lambasına dayanmışken vücudu insanlar vardı koyu gecelerden sonra pencerelerin ardında sarhoşları izleyen resimler vardı kimi zaman fotoğraflara dönüşen sokak aralarında kaybolmuş yaşamları vardı istanbul'un resimler vardı resimler kimi zaman tek, kimi zaman kalabalığın içinde sessiz.

Uçurtma Zamanı

kovaladı martılar gecenin ışıklarını... unuttular yıldızın kuyruğunda adlarını oysa sıkıca bağlamıştım ben kanadına uçurtmanın unutulmuş renklerini martıların... 22 Haziran 2007

Pınar Teyze

- Bu yazıyı yazan; yazı boyunca saçmalamaktadır. Önerim ya şimdiden vazgeçin okumaktan ya da yazıyı sonuna kadar çekin. -                                                 Hiçbir zaman orta yaşlı (sahi orta yaşlı da ne demek ki?) bir kadın olmak istemiyorum. Orta yaş tam bir bağımsız değişken; belki Dante gibi 35`ine varmışları orta yaşlı ilan edebiliriz. Yahut ben biraz daha iyimser davranıp 35-40 yaş arasını sayayım orta yaşlı olarak. Durun, sakın beni yaşlanmak istemeyen hemcinslerimle karıştırmayın hemen. Ölüme çok yaklaşmadığımdan olsa gerek; çok fazla kalmayı düşünmüyorum bu gezegende. (zaten yeterince fazlayız bu dünyaya) Mümkünse ben bu yirmili yaşlardan sonra birdenbire elli yaşında oluvereyim. Yaşlı da olabilirim fark etmez. Şu ne genç, ne yetişkin, ne de çocuk olma zamanından da kurtulurum belki. Şimdi siz gençliğimden dem vuracaksınız. Yanılıyorsunuz efendim, belim ağrıyor, gözlerim yakını görmüyor, sinir hastası oldum şimdiden, her an uyuyakalabiliyorum. Bildiğini

Upsoro ya da Tersi

Orospu yahut upsoro… Hissettiklerini en iyi şekilde anlatabileceğinden mi yoksa daha fazla konuşmak istemediğinden midir nedir, o anda dudaklarından bu kelime dökülmüştü. Anlamlı; fakat diğer insanların anlam veremeyeceği surat ifadesiyle, içinden mide bulandıran bir şeyi atar gibi çıkmıştı ağzından “Orospu!”. Küfür etmeye alışık olmayan insanların ağzından bütün küfürler komik bir edayla çıkardı oysa. Ayıp kaçardı diğer insanların gözünde küfretmek. Oysa ayaklarının üzerinde dimdik durmuş, sinirli, gözleri yeni uykudan uyanmış gibi yarı açık bir ifadeyle ikinci kez söylemişti:”Upsoro!”. Bir  şeyleri  tersinden  söylerse  belki  cezası  yarıya  iner  diye  değil,  sadece  daha  ağır  bir  iz  bırakmak  istiyordu  sözcükleriyle. Aldatmak… Bir insan neden aldatır ki bir zamanlar çok sevdiği birini yahut hala ayrılamadığı eşini? Nasıl bir açıklamayla aldatan bütün suçu üstünden atabilir ki? Aşık olmak… Aşk diyor aldatanlar. Birini görüp vuruluyorsun, işte ruh ikizim bu diyorsun. Şansın da

Kapatın Işıkları

Resim
kapattım ışıklarını günün, unuttu pencere gelen rüzgarı, bir garip mavi sızdı içeri, baharın esintisinde. bitirdi yalnızlıkları şair unutulmuş şiirlerinde, elini son kez dayadı bıraktığı kadehe, saçlarında unutmuştu o geçtiği her şeyi. bir şarkı söyledi `kimse` için, eşlik etti gece sesliliğine. bıraktı, zaten yarım kalmış her şeyi. ağır ağır yürüdü ayakları dünyanın, gözlerini kapatıp sessizce başka bir dünya düşledi şair, buralardan çok uzakta... uyku bastırdıkça geceyi inat etti yalnızlığa... baktı, son kez yıldızlarda kaybolmuş geceye ölüme sarıldı ardından, kapandı ışıkları bütün hayatın. 13 haziran 12.38

Yalnız Kaldın Mı?

Resim
Sen hiç yalnız kaldın mı? Hiç yemek yedin mi? Duvarla baş başa Konuşacak biri olmayınca Konuştun mu hiç cansızlarla? Sen hiç yalnız kaldın mı? Kapıyı çaldığında Hiç olmadı mı kapının açılmadığı? Başarını ve acını Olmayınca anlatacak biri Hiç yazmadın mı bir günlüğe? Sen hiç yalnız kaldın mı? Sevdiklerine Elveda diyemediğin olmadı mı? Hiç dışlanmadın mı? Kendi kendine konuşup Telefonun çalmasını beklemedin mi? Sessizce etrafı izleyip İçinden şarkı söylemedin mi? Eski mektupları okumadın mı? Arkadaş dediklerin bir hiç çıkmadı mı? Kimse görmeden ağlamadın mı? Bir gün sevdiğin birisini özleyince Onu görmek ya da konuşmak yerine Hiç bakmadın mı resimlerine? Sen bunları yapmadın mı? Seni bırakmadılar mı yalnız? Soruyorum sana Sen hiç yalnız kaldın mı? 10 Temmuz 2001

Düşlerin Ardından Gerçeğe Doğru

bir hayalin ardında kaldık hepimiz, uyandığımızda tüm duvarlar yıkılmıştı. Yedi tepesi artık görünmez olmuş İstanbul; her sabah yeniden insanlara uyanır. İstanbul dediğin derdi dermanı dinlemez, hız bilir, tuzak bilir. Sokaklarında vurdusu kırdısı, kirlisi düşmanı; çeşit çeşit insanı, tozu toprağı, yerlisi, gideni, geleni eksik olmaz. Gün doğmadan uyanır İstanbul. Gün doğmadan deniz, martı, ses, duman uyanır. Sabahları işe yetişmeye çalışan adımlar, yanlarında kepenk seslerini duyarlar. Sonra tramvay, otobüs, tren, vapur ve her şey bu seslere yetişir. Gün başlar İstanbul`da. Aslında hiç bitmez ya gün. İstiklal`den aşağı doğru inerken renklerine takılırsın caddenin. Solunda bilmem kimi bekleyen insan topluluğu, kimi zaman eylemlerde vücut bulmuş birtakım insanlar-sürekli yetişmeye, kaçmaya alışmış-. Adımların yavaş ise, birden hızlanır burada. Sen farkına varmazsın bile; dükkanlar haber verir, ne kadar ileride olduğunu. Sesler gittikçe büyür. Çay-şeker-simit sefası başlamıştır

Uzaktaki

Yerini unutmuş midem. Geceleri sıkıştırıp alt üst ediyor beni. Nerede olması gerektiğini bilmiyor. Yine başladı sancılarım. Ve belki de bitmez bu ağrı, geçmez bu sancı. Dün geç yattım yine. Işığı kapatırken masanın üstündeki fotoğrafına takıldı gözlerim. Senin saçların kıvırcıktı eskiden. Belki hatırlamazsın sen ama iki üç yaşlarında kekemeydin üstelik. İki kez söylerdin anne`yi. Sahi onu da unuttun değil mi? Kısacıktı saçların. Gerçi şimdi de öyle. Eskiden `erkek fatma` deyip gülerdik sana. Biz davula, şarkıya, tasa, hamağa, denize her şeye gülerdik değil mi? Denizden kale, kumdan dalga yapardık. Yüzmeyi sayende boğularak öğrenmiştim. Hatırlamazsın sen. Küçüktün. Tek kişilik yatakta omuz omuza hareketsiz yatar, ses çıkarmazdık. Kaç gece aynı nefeste soluklandık bilinmez. Şarkılarda ses tellerimizi zorlar, köpek kovalardık gecenin üstünde. Sonra üstümüze yaprak, fare düşerdi hamakta sallanırken biz. Yorgun değildi vücutlarımız. Bisikletle bataklığa uçacak kadar cesur, kilometrel

Günlerin Gülü-14 Şubat

Kenderce yaşamlarımızı terk ettik. Mülkiyetimizi sırt çantamıza doldurup geziyoruz; köprü, yol, sokak. Her yer, her ses bizim olma çabasında sayıklıyor durmadan. İhtiyaca göre değil isteğe göre yapıyoruz tüketimi artık. Kapitalizmin zirvesinde uyuşmuş beynimizle tüketim çılgınlığına doğru yol alıyoruz. İstatistikler gösteriyor ki (hep böyle başlayan bir cümle kurmak istemişimdir) tüketim toplumu olmuşuz. Bireylerin rasyonel olduğunu varsayan iktisadi düşünceyi hep beraber çiğniyoruz. İnsanların rasyonel olmama ve saçmalama gibi hakları vardır. Ama bunu iktisat bilmez. O kendi varsayımlarında sürüklenedursun biz kapitalizmin ağır duvarlarını yavaş yavaş kaldıralım sırtımızda. Şimdi Coca Cola`dan bir yudum alıp devam ediyorum sözüme. Sınırları çizmişiz aramızda, bir kilit yetmediğinde bir yenisi daha ekleniyor kapılarımıza. Kender misali yaşamak vardı. Ne tüketim çılgınlığı olurdu o zaman, ne de ülkemiz hırsızlık ve gasp suçlarında birinci sıraya girmek için yarışırdı. Ben de spot ışıkla

Karpuz Zemin

Karpuzları düşürmemek için yavaşça yürüyoruz. Deliklerden birine geldi mi karpuz; artık ondan umut kesilir. Arkasından yürüyorum onun, adımlarını izleyerek. Deliklere basmamaya çalışıyoruz. Deliklerin dışında kalan toprak ıslak. Ayaklarımız çamur. Olsun, değmesin ayaklarımız deliklere. Uzun değil gittiğimiz yol. İkiye ayrılan bir yol var önümüzde. Biz sol tarafındayız yolun. Delikler biraz daha büyüktür bizim yaşadığımız yerde. Maviye yaklaşırlar hatta arada. Irmak sürekli uydurduğu şarkıyı söyleyip yürüyor önümde. Sesi boğuluyor şarkıda, yoruluyor sonra. Onun sesinde uykuya dalarım bazen. Şarkılar büyüden başka bir şey değildir. Koşarken, nehirde, uçurtma uçururken hep aynı ses kulaklarımdan usulca giriverir. Irmak konuşmaz, şarkı söyler sadece. Gözlerini kapayıp birden atar kendini denize, Irmak korkmaz denizden. Buraya ilk geldiğimizde renk yoktu. Biz renkleri doğduktan çok sonra öğrendik. Her şeyin kırmızı olması da bir renksizliktir aslında. Biz farklıydık ama. Kırmızı değildik, h

Bitmeyen hesaplarda

Artık saymaz olduk kalp atışlarını. Bıktık şarkılardan. Yok kısık, yok yüksek sesle derken, yapamadık. Olmadı. Kendi sesimizi bile duyamadık nakaratlarda. Işık az geldi. Geceye yetiştiremedik notaları. Çaldık. Şarkı bile dayanmadı. Dayadık sırtımızı adaya. Ada bizi beklemedi. Hep korkakça yaklaştık; giden vapurlara. Son kez hiçbir şey demedik yine gidenlerin ardından. Başka denizlere kaçtık. Kaçtığımızı sandık. Başka deniz yoktu oysa. İzlediklerini sandık bizi. İnsan yoktu. Adımlar hiç yoktu. Hep kandırdık insanları başka başka adlarla. Kendi ismimizi hiç bilmedik çünkü biz. Duvarlar hep dar ve çekilmez geldi bize. Oysa kimi ülkelerde duvarlar çok şey anlatırmış insanlara. Biz duvarlara baktığımızda beyaz gördük sadece. Beyazı duvarlarda bildik. Hastane kadar soğuktu duvarlar. Yorulduk şarkıların sonunda. Bağırdığımızda perdeler kapandı. Oyuncular insin dedi bir ses. Oyuncular insin. Oyuncular trene doğru koşmaya başladılar. Sahnede tren ne arar? Olsa olsa filmlerde olur bu hikaye. Bel