Başka bir senaryo-Ankara, Vedat, Ahu ve Çağan

Ankara'ya gittim. Kahverengi. Tozlu, çöl gibi bir sıcak. Sanırım en son Suriye'de bu hissi yaşamıştım. Garip yakıcı bir sıcak, ama nem yok, terlemiyorsun, ama yanıyorsun. İnsanlar sakin. Koşmuyorlar, telaş yok, en önemlisi trafik yok. Metroda soldan koşan İstanbul insanı, metrobüse tıkışan bir millet, koştur koştur paçaları çamur olmuş ya da ayakkabılar kirlenmiş ve sürekli patlamaya hazır İstanbullular yok. Hangisi daha iyi bilmiyorum. Ankara sakin, biraz memur, biraz yaşlı gibi. İstanbul hareketli, yoğun, heyecanlı ve tertipsiz, düzensiz; ama çok güzel. Ah be Ankara nasıl bir başkentsin ki; denizin bile yok. Öylesine bir başkent. İstanbul varken; bu kadar güzel bir şehir varken senin başkent olman ne komik biliyor musun, ah bir bilsen. Bir bilseniz siz sevgili ukala Ankaralılar, İstanbul'u, hiç şehrinizle övünmezsiniz. Üniversitede bir sürü Ankaralı tanıdım, birisi bile övmedi Ankara'yı. Övseler biliyorlardı alacakları cevabı. Oysa ben Ankara'ya az gitmiştim, ama çok tanımıştım. Anıtkabir'den başka ne taşıyorsun ki sen Ankara, İstanbul'un Kadıköy'ü, heyecanlı Taksim'i, güzel mi güzel Ortaköy'ü, hayaller gibi Kızkulesi, Galatakulesi, sessiz sakin Pendik'i, bir huzur Kalamış'ı varken; bize Ankara'yı mı öveceklerdi?

Uzatmaya gerek yok. Ankara'da konferans var dediler, ekonomi konferansı ve geldik. Nerede olduğunun önemi yok, ama Ankara'da zaten her yer birbirine çok yakın, yani merkezdeki yerler. İstanbul gibi üç saat sürmüyor gideceğin bir merkez. Vedat beni ara demişti Ankara'ya uğrarsan. Vedat'ı aradım, şu zaman Ankara'dayım diye. O zaman akşam yemeği yeriz dedi, öğlen seni gezdiririm dedi. Düşündüm, Vedat'ın sevgilisi vardı. Yok öğlen yemek yeriz, akşama bir programımız olabilir dedim. Bir gün kalacaktık. Okuldan Çağan ben, Fikret hoca eşi Reyhan ve Ayşe'yle gelmiştik. Peki dedim, öğlen onlar kendisi bir şeyler yapar dedim, biz de bir yemek yeriz.

Konferans bittikten sonra bir kız geldi, Ahu'ya benziyordu, Vedat'ın Ahu'suna. Ama fotoğrafta gördüğüm için saçmalamak istemedim. İTÜ'deki misafirlerimize bir öğlen yemeğine götürmek isteriz dedi, biz olmaz falan dedik. Mecbur kaldık. Vedat'ı aradım. Böyle böyle gelemiyorum diye. Akşam buluşalım. Hem akşam buluşacak olmamızdan dolayı sıkıntı duyuyordum, Vedat biraz bozuldu, peki dedi.

Yemeğe gittik. Galiba Ankara'nın en güzel yerlerinden biri. Yani öyle tahmin ediyorum. Ben, Fikret hoca, Reyhan hoca, Çağan ve Ayşe oturduk, onlardan da o kız ve okuldan birkaç kişi. Tanıştık ismi Ahu'ymuş. Tesadüf olabilir diye düşündüm. Çaktırmadım. Yemekleri söyledikten sonra gel canım dedi Ahu karşısına doğru bakarak. Arkada dönmedim. Sesini de duymadım. Ama anladım, gelen Vedat. Hiçbir şey tesadüf değildi. Vedat, şaka mı bu dedi. Geldi, bana sarıldı, beni öptü. Ahu bizi izlediği için çekildim. Çağan'a yaklaşıp çocuk eski sevgilim, kız da yeni sevgilisi dedim. Çağan güldü, sakin ve rahattır, yemekte kavga mı çıkacak deyip güldü. Sence, dedim. Yok, sen kavga etmezsin dedi, ama o ederse deyip güldü.

Yemekleri söyledik, yemekleri yedik. Vedat tesadüfe gülerek anlattı. Ahu ile bir kez daha tanıştırdı. Gün içinde sürekli Ahu'yla tanışmıştım. Tatlı sırasına geldi. Deniz sana sufle söyleyeyim, çok güzel, seversin dedi. Ahu bana baktı, Vedat'a baktı. Kimseyle kavga etme zamanı değildi. Peki dedim. Çağan da ortam bozulmasın diye ben de isterim dedim. Fikret ve Reyhan hocanın hiçbir şeyden haberi yok. Ayşe'nin başı ağrıyor, sunum yapanlardan biri de oydu. Bizim gibi sadece izleyici olmadığından yorulmuştu.

Tatlılar bitti. Muhabbet de bitti. Vedat'a baktım, dedim, yemeğimizi yedik, tekrar buluşmamıza gerek kalmadı. Vedat, Ahu'nun yanında hem de hiç çekinmeyerek yalnız konuşurduk, dedi. Çağan güldü. Ahu peki o zaman, sizi dans edilecek bir yere götüreyim, dedi. Vedat ile dans kursunda tanışmışlar, onların bir kulubü. Tam gerek yok, çok geç oldu diyecekken; Çağan gidelim tabii dedi. Ayşe otele geri döndü epey yorulmuştu. Fikret hoca ve Reyhan hoca da teşekkürlerini iletip bizden ayrıldılar, onlar gece İstanbul'a döneceklerdi.

Bir kulube gittik. Herkes dans ediyordu. Bir ara salsa kursuna gitmiştim, ama bir ara sadece. Çağan dedim, sen salaksın, ne işimiz var burada. Git bir lavobaya da kırmızı ruj sür dedi. Çağan sen çok içtin dedim, hem de çok deyip güldü. Lavobaya gittim. Aynada suratım, kıpkırmızı. Ah Çağan, beni bu kadar tanımak zorunda mısın? Çocuk aynaya bak diyeceğine ne dedi bana. Kendi kendime söylenirken ve yüzüme pudra sürerken; kapı yavaşça açıldı, kibarca, Ahu geldi. Ahu, nereden tanışıyorsunuz diye sordu bana. Liseden dedim. Hmm, bu kadar mı dedi? Nasıl bu kadar mı dedim? İlişkiniz, samimiyetiniz dedi? Ahu dedim, ben salak değilim, Vedat anlatmadıysa bile ben anlatayım. Bunları senin bir bir planladığını biliyorum. Ben sırf Vedatla tek buluşmayayım diye, ince ince bir plan, mesleğinden dolayı mı bilemedim. Ama özür dilerim, denetimcilerin hepsi böyle oluyor sanırım. Ama ben anladım, seni ilk gördüğümde fotoğraflardan tanıdım, eminim sen de benim adımı soyadımı ve tipimi biliyorsun. O yüzden oyunu uzatmaya gerek yok. Anladın mı, rahat ol, sıkıntıya gerek yok. Vedat benim için herkes gibi. Anladın mı?

Kırmızılığımın hepsi Ahu'ya geçti, ama hafif. Benim gibi kırmızı olamadı. Tek ben miydim utanınca kıpkırmızı olan. İçeri gittik, Vedat ile Çağan bir mühendislik sohbeti ediyorlardı. Ben konuyu bozdum, yeter artık dedim. Vedat Ahu'yu, Çağan beni dansa kaldırdı. Çağan rezil olacağız, herkes profesyonel diyecekken, Çağan'ın kolumu kavrayşından ders aldığını anladım. Ne zaman ders aldın dedim, tek dansa ilgisi olan sen değilsin ya dedi, güldü, sarhoş olmuş, çok şirindi tebessümü. Ahu sevgili olup olmadığımızı sordu. Ne dedin? Ben ona aşığım, o da benden hoşlanıyor, ama söylemiyoruz birbirimize dedim. Delisin Çağan. Hem de ne deli dedi. Şu an bize bakıyor, omzuma kafanı koy, yoksa bu kız seni Vedat'tan ötürü bugün rahat bırakmaz, takıntılı dedi.

Kafamı Çağan'ın omzuna koydum. Biraz içtiğimden, biraz müzikten, biraz da Vedatla eski yaşadıklarımız aklıma geldiğinden bir anda ağlamaya başladım. Çağan kafamı kaldırdı, yüzüme baktı, saçmalama, napıyorsun dedi. Sen güçlü bir kadınsın, yoksa kıskanıyor musun dedi. Hayır, dedim, ama bilmiyorum, bir şey var kalbimde dedim. Alnımda öptü, sarılıp. Vedatla gözgöze geldim, gözleri dolmuş, gözlükleri yoktu, gözlerini gördüm, kafasını çevirdi. Ahu çok güzel dans ediyordu. Dansa kendini kaptırdığı için ne beni, ne Vedat'ı, ne de Çağan'ı fark etti.

Dans ederken sesli eşleri değiştirelim dedi, Çağan Vedat'a bakarak. Sinirle topuğumla Çağan'ın ayağına bastım. Evet, kabul ediyor musun yoksa aşkımı dedi. Kıpkırmızı oldum. Vedat ise bembeyaz. Ahu kıskandığını belli etmek istemediği için Çağan'ın elini tutup onunla dans etmeye başladı. Biz başta irkildik. Ellerimiz buzgibiydi. Ben kıpkırmızı, o bembeyaz, sesim tittriyor.

Çok güzelsin, hâlâ dedi. Ben ağlamaya başladım tekrar. Allah'ım niye bana böyle olurdu ki, bir kez ağladım mı, hiçbir şey durduramazdı. Yüzüme dokundu, gözlerimden yaşları aldı. Ağlama dedi. Bir erkek ağlarsa komik olur şimdi dedi. Nasıl gidiyor dedim. Normal dedi, ilerliyor dedi. İş, sevgili, aile hepsi aynı düzende; Ankara gibi düzenli. Sen benim İstanbul aşkım senin gibi hareketli, heyecanlı ve güzel değil her şey. Senin nasıl dedi. Çağan sevgilin mi? Güldüm, tam değil diyecekken, Çağan bana baktı, kafasını salladı. Evet dedim. Ah Çağan, başıma ne açtın, sevgilim değil, ama seviyoruz birbirimizi dedim. Vedat sarıldı, içim ürperiyordu. Dans bitti.

Sonra shot, bir daha, bir daha defalarca. Gülüyorduk, bazen duruyorduk. Ahu Vedat'ı öpüyordu. Vedat utanıyordu. Bir şey söyleyemiyordu ama. Çağan bana sarıldı. Sana bir şarkı söyleyeyim dedi. Çağan şaşırdın herhalde dedim. Evet, bana bir şey oluyor dedi. Çağan, o kadar rahat, ama kesinlikle şarkı söylemez. Kaç senedir tanırım, bir kez böyle bir şey yaptığını duymadım. Babazula'nın Manolya şarkısını söyledi. Sonra sarıldı bana.




Ayrıldık, Vedat sımsıkı sarıldı. Yine gel, yanına geleceğim dedi. Öptü sonra, bırakmayacak sandım. Ama Ahu çekti. Çağan'ın da elini sıkıp ayrıldık. Ahu kulağıma eğilip özür dilerim dedi, kadınca bir kıskançlık için dedi. Önemli değil dedim.

Otele giderken, yağmur yağıyordu, eylülde yağmur. Biraz hava da güzel, koşarak yürüdük yağmurda. Çağan dur dedi, elimi tuttu, düşeceksin topuklularla dedi. Ama ellerimiz fark etmeden sevgili gibi tuttu birbirlerini. Gülüyorduk, biraz sarhoş olduğumuz için, biraz...

Çağan dur dedi. Ben dedi bunları yarın unutmayacağım Deniz. Ben sana aşığım galiba dedi. O şarkı, bu güzellik, o dans, hiçbir şey tesadüf değil galiba. Dudaklarımdan öptü, içimden deniz geçti, belimden tuttu. Ankara'da sokak ortasında kimse yokken dans ettik.

Kulağına yaklaştım. Hafif bir fısıltı, sonra yüksek sesle

"içimden bir şey geçiyor nasıl söylesem
daha adını koyamadım devamını bi bilsem
bilirim bu hisleri korkarım kendimdena
aşığım galiba neden bilemem..."

Çağan elimi tuttu, koşmaya başladık,
nereye bilmiyorum, gece saat ikiydi,
bir Ankara gecesi,
aşktan iki yıl sonra tekrar birine aşık olmuş, delilerce koşuyordum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not