Düşlerin Ardından Gerçeğe Doğru

bir hayalin ardında kaldık hepimiz, uyandığımızda tüm duvarlar yıkılmıştı.

Yedi tepesi artık görünmez olmuş İstanbul; her sabah yeniden insanlara uyanır. İstanbul dediğin derdi dermanı dinlemez, hız bilir, tuzak bilir. Sokaklarında vurdusu kırdısı, kirlisi düşmanı; çeşit çeşit insanı, tozu toprağı, yerlisi, gideni, geleni eksik olmaz. Gün doğmadan uyanır İstanbul. Gün doğmadan deniz, martı, ses, duman uyanır. Sabahları işe yetişmeye çalışan adımlar, yanlarında kepenk seslerini duyarlar. Sonra tramvay, otobüs, tren, vapur ve her şey bu seslere yetişir. Gün başlar İstanbul`da. Aslında hiç bitmez ya gün.

İstiklal`den aşağı doğru inerken renklerine takılırsın caddenin. Solunda bilmem kimi bekleyen insan topluluğu, kimi zaman eylemlerde vücut bulmuş birtakım insanlar-sürekli yetişmeye, kaçmaya alışmış-. Adımların yavaş ise, birden hızlanır burada. Sen farkına varmazsın bile; dükkanlar haber verir, ne kadar ileride olduğunu. Sesler gittikçe büyür. Çay-şeker-simit sefası başlamıştır artık. İstanbul uyanmıştır.

Galatasaray Lisesi`nın yanından geçerken yine aldırmazsın önünde bekleyen kedilere. Adımların biraz daha hızlanmıştır sanki. Galatasaray`dan sonra biraz daha sakindır yol. Galata`ya varırsın yorulmuş bedeninle. Kafanı kaldırıp bakmayı da ihmal etmezsin hani. Galata Kulesi dediğin İstanbul`u her açıdan sarar. Sonra aşağısı ne işe yaradığını bilmediğin türlü alet satan dükkanlarla doludur. Buraların karmaşasına şaşırıp kalmayasın. Dik yokuşlardan yavaş yavaş inedur sen, hemen sağında karşılar seni Arap Camiisi.

İstanbul`un ilk camiisi ile başlayalım hikayeye –aslında evvelden kilise olan camii ile-. Kitap bizi buraya götürmeden çok daha önce, sayfaların arasında gezinirken, tanışmıştık Arap İhsan ve onun yeğeni Uzun İhsan Efendi`nin oğlu Bünyamin ile. Galata`yi anlatırken kitap; Alibaz, Vardapet, Hınzıryedi, Ebrehe, Zülfiyar ve daha nicesi akla sığmadık ancak okurken mantıklı gelen hikayeleriyle sıkışırlar sayfaların arasına. Nedense okurken; masal gerçeğe, gerçek masala karışır. Hangisinin gerçek olduğunu anlamazsın. Olağandışı olaylar gerçek gibi gelir insana. Kim inanır ki kafasına kerpeten düşen birinin anında disçi olabileceğine? Alibaz denen çocuk nasıl korkusuzca savaşır ve sürekli uykusuz kalabilir ki? Ancak bir solukta okuduğun cümleler arasında bunun somut bir hayalini bile kurabilirsin kafanda. Yazarın öyle garip bir dili var ki; bunları bir başkası anlatsa; uydurmaca diyebilirsin. Ancak yazarın dilinde bunlar büyülü bir rüyadan çıkıp; kafanda oturtabildiğin mantıklı gerçekler oluyor.

Düşler İstanbul`un içinde kayboluyor. Rüyasında gördükleri ve düşündüklerinin gerçek olduğunu söylüyor Uzun İhsan Efendi, boşluğun ve sonsuzluğun kara parası Bünyamin`de iken. Hikayeler birbirine karışıyor sonra. Ebrehe kaybolunca; tencereden zamanın içinde; tüm düş birden uyanıveriyor, Uzun İhsan Efendi`nin duymayan kulaklarında, görmeyen gözlerinde. Ebrehe boşluğu sonsuzluk ile dolduradursun, okur bu inanılmaz gerçeğe dönen masalın içinde kayboluyor. I.O. Anar sınırsız hayalgücüyle inanılmaz bir tat sunuyor okuyuculara. Tarihi, iktidarı anlatıp kelimeleri adeta kutsallaştırıyor cümlelerinde. Yer yer önceden okuduğum Pinhan`i anımsatıyor kitap, anlatım tarzından olsa gerek. Yaratıcı, özgün ve insanı masalın içine sürükleyen bir düş sanki Puslu Kıtalar Atlası.

Galata`nın, Karaköy`ün nice kapısından girip çıkıyor kahramanlar. İstanbul dediğin; bitmek bilmez kapılara açılan bir yolculuktur zaten. Rüyanın içinde gerçek, gerçeğin içinde masal ararsın, sayfaları aralarken. Bilmediğin kelimelere aldırmaz, bir solukta okursun kitabı. Bittiğinde ise; İstanbul`u özlemiş, yavaş yavaş yürürsün Galata`ya doğru. Galata`ya çıktığında, İstanbul 360 derece ayaklarının altındayken; `sağdan yürüyünüz` yazısına bile aldırmazsın. Öyle ki; İstanbul bir kez daha aşık eder insanı kendine. Kitabın içinde büyüyen düşlerini bırakıverirsin Galata`nın üstünden. Belki Hezarfen Çelebi`den daha da uzağa gider düşlerin ve belki bir martinin henüz ısırdığı simidin üstünde kalir.

düşlere dal İhsan Efendi yeniden/ uyanınca biz oluruz nice atlaslarda/ uyandığımızda hiçten var oluruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not