Büyük Dedem...

O gün biliyordum
onu son görüşüm olduğunu.
 
Küçük gözleriyle bana bakmış, napıyorsun Pınar hanım demişti. Dedemin konuşmasını herkes anlamazdı. İyiyim dede, sen nasılsın demiştim, çay içmiş, biraz konuşmuştuk, sonra gitti, bir daha hiç gelmedi.
 
Bankadaki hesabını benim üstüme aktardığında, bankanın ortasında ağlamıştım çocuk gibi. Bana bir şey olursa deyişinde hem de. Bundan dört yıl geçmişti. Eğer bir şey olursa bana hastane için para yollarsın demişti. Dedem sana bir şey olmaz demiştim.

Yanılmışım.
Salak Pınar, hep doğru bilecek değildin ya! Telefonum çaldı, okuldaydım, saat üç buçuk, herkes biliyor o saatte derste olduğumu, arayan abim.
Pınar dedi, ses yok, sonra Pınar eve gel, dedemlere gel dedi. Telefonu kapattım. Anladım. Bir şey olmuştu. Olan şey her ne ise kötüydü. Arabayı okulda bırakıp koşarak metroya gittim. Dedemlere giderken bütün duaları okudum. Ama bazen o anda okunan dualar kabul olmuyordu. Ya da zaman çoktan geçmişti.

Dedemlerde... Herkes, babannem, annem, kuzenlerim, halamlar, amcamlar, teyzemler, ananem ve daha herkes. Aklının almayacağı herkes. En son gelen bana baktılar. Abim kapıdaydı, babam yoktu. Noldu dedim, rengi gitmişti Tuğçe'nin, bayılmıştı, Ali baktı bana. Dedem dedi, ağlıyordu, gitti dedi. Öldü diyemedi, ya da vefat etti her neyse, diğer insanlar için kullanılan her ne ise dedem için söyleyemedi.

Gitmemiştir dedem. Herkes bana baktı. Babannem sarılıp ağlamaya başladı, annem bembeyaz oldu. Bütün akarabalar bana baktı. Aynada yüzümü gördüm, bembeyaz yüzüm... Birazdan bayılacaktım. Oturdum. Dedem neredeydi. Babam neredeydi.
 
Dedem salonda öyle orada yatıyor ki. Yanına gittim, elleri zayıflamıştı. Buzgibiydi. Dedem, küçük gözleri, uzak gözleri, gülüşleri, uzağa bakışları, kimi zaman ağlayışları, sabahın beşinde kalkıp bahçeye gitmesi, küçüklüğüm, çocukluğum, büyüklüğüm, nişanlandığım gün, bana sarılması, Pınar arkamdan bıraktıklarım bunlar deyip bir çanta vermesi, çantaya hiç bakmadan ağlamam, çantanın anahtarını bilerek ya da bilmeyerek kaybetmem.

Dedem. Babamı balkonda buldum. Tek başına. Uzakta gözü. Ben babamı görünce bayılmışım. Babamı hiç ağlarken görmedim. O hep güçlüydü. Babamın dedemden başka kimsesi yoktu ve dedem gitmişti. Onu kendi yerime, kendimi onun yerine koyarken tansiyonum dörde düşmüş tekrar. Ayran içirirlerken, hayır, zeytin istiyorum, demir deyişim...

Ali'nin çocukken yaptığımız gibi bakkala gidelim deyişi. Saat sabahın körü gibi. Cips alışımız, oturup sitenin önünde, ağaçların önünde cips yerken ağlamamız. İnsanların geçişi. Bir sürü insan. Ne çok insan sevmiş dede seni. Onları kıskanışım. Ben bunları tanımıyorum bakışlarım.

İnsanların bize bakışı.
Babama bakışı.
Babam bir daha hiç koşmadı. Babası ölen çocuklar, onlar öldükleri gün büyürlerdi.
Sabah bir şarkı çalıyordu. Uyandığımda.
Babam dedem gittikten üç ay sonra onun sevdiği, dinlediği "Gözlerin" şarkısı...
Dedemin kirazlığını hiç satmadık. Ben yıllar sonra orada Isparta'da yaşamaya karar verince, dedem de düğünümü göremeyince, sevdiğim adama gösterdim, sevgili Arkın dedim, dedem kirazlık varken yaşayacak, biz Isparta'da yaşarken, yazları hep Yalvaç'da kaldık ve kirazlık hep yaşadı. Dedem hiç gitmedi.
Bütün sevdikleri orada kirazları yedi, yemek yedi, kaldı, oturdu ve güldü...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not