Sürgü

Yollar karanlık olabilirdi elbet,
Sonundaki aydınlığa inat.
ve yavaşça yaklaşabilirdi,
Bilinmeyene adımlar...


Yıllardır unuttuğu bir yeri hatırlayabilir insan. Çocukluğunu karıştırıp korkuyla eskiye sarılabilir birden.


Siyah beyaz zeminin ardından dümdüz bir yol gözüküyor adamın önünde. Renkler karıştırıyor, aydınlıkla karanlık arasındaki çizgiyi. Adımlar birer birer kayboluyor arkasında adamın. Yenik düşüyor gözleri tanımadığı bu karanlığa, soldaki aynada beliren suretinden korkuyor, bir anlık göz yanılmasıyla. Nesnelerin sessizliği bozan garip tıkırtıları zaten yavaş olan adımlarını iyice yavaşlatıyor adamın. Ardından vücudu soğuk bir esintiyle diriliyor. Saçları birden çekiliyor sanki, köklerinden. İçeriye girdiğinde ardında bıraktığı dışarıda, eski bir sokak lambası güçsüzce yansıttığı ışığını söndürüveriyor, gecenin ortasında. Nesneler ne kadar da zamansız… Sokak lambasına bakıp rahatlıyor adam.


Gece karanlık... Korkunun nasıl başladığıyla ilgili çok şey söylenebilir belki. Ama en önemlisi belirsizlik ve bilinmezdir. Elleriyle yokluyor tanımadığı nesneleri. Solunda bir masa var, ayağı takılıyor zemine düşürdüğü bir kaleme. Sesler bildik tıkırtısıyla dolduruyor sessizliğini zamanın. Hiç olmadık yerde, yanlış hareketlerinin kurbanı vücudundan ter boşalıyor adamın. Dikkatsizliği geliyor aklına, en zor zamanlarında başından hiç ayrılmayan. Küçük bir vücut yeniden canlanıyor gözlerinde, çelimsiz ancak sevimli, oyunlara hep geç kalan dengesiz bir çocuk kayboluyor beyninde. Silmek istiyor adam, silmek istiyor her şeyi.


Saçları yeniden çekiliyor köklerinden, acımıyor. Köklerinden tutup kaçacak gibi bir el hissediyor saçlarında. Çocukluğunu hatırlıyor birden adam. Tüm yanlışlarının ardından, annesinden sonra gelen kadının kafasına uzattığı eli geliyor aklına. Kısacık saçları köklerinden çekilir, yok olurdu o zamanlar. Hiçbir bünye annesinin gidişine alışamazdı elbet. Alışamıyordu çocuk, ne yeni gelen kadına, ne de uykusundan vakitsizce uyandırılmasına. Bu yüzdendir ki uykuları dengesini karıştırır çocukluğundan beri.


Sağ taraftaki merdivene yaklaşıyor adam sonunda. Değişen her şeye inat hâlâ aynı yerde duran basamaklardan iniyor sonra. Basamakların tahtadan olduğu zamanlardaki uykularını hatırlıyor, deliksiz ve huzurlu. Annesi geliyor yine aklına, tüm uykularından önce, uzakları ona yaklaştıran nefesiyle; annesini hatırlıyor, mavi elbisesiyle odasına girişini ardından. Yutkunuyor ardından adam, ağlamamaya karar verdiği ilk günden beri yaptığı gibi. Merdivenin tahta basamaklarından düştüğünde, alnından akan kanlardan arda kalan dikiş izine değdiriyor elini, korkuyor geçmişin bu denli yakın olmasına tenine. Merdiven şimdi beton bir duvar gibi ruhsuz oysa. Basamaklar eski dengesizliğinde değil en azından, sessizce iniyor adam, gittikçe sağa dönen basamaklardan.


Merdivenin sonuna yaklaştığında tanıdık rutubet kokusunu duyuyor tüm ağırlığıyla, o bildik kokusuna alışıyor bodrumun. Saklambaç oynadığı zamanlar bile böyleydi, eşyalar sanki buraya atılmanın hüznünden dolayı böyle kokarlardı. Şimdi karanlıkta gözükmüyor eşyalar. Ancak zor değildi onların eski eşyalar olmadığını anlamak. Mesela önceden gözü kapalı bilirdi, sağdaki kırık dökük komodini. Şimdi yerinde ne vardı bilinmez. Ama öyle sertti ki, az önce dizini vurduğunda mutlaka bir iz bırakmıştı derisinde.


Korku tüm nesnelerin ve karanlığın bilinmezinde başlıyor. Yeniden titriyor vücudu, sudan yeni çıkmış misali. Adımları ürkekçe dönüyor çocukluğundan beri kapalı duran kapıya. Sağında solunda yerini yeni yeni öğrendiği nesnelere çarparak ilerliyor, kapının mavisi, belli belirsiz gözüküyor uzaktan. Adımları anlamsız bir cesaretle hızlanıyor. Yorulmuş bedeninde adam, birden küçük bir çocuğa dönüşüyor sanki. Çelimsiz çocuğun gülümseyen suratı beliriyor belleğinden çıkardığı bir hatırada, hiçbir şey silinmemiş gibi yeniden canlanıyor hafızasında.


Çelimsiz çocuk gözlerinin önünde koşuyor dengesiz adımlarıyla. Merdivenin basamaklarının tahtadan olduğu zamanlarda gizlice inmişlerdi yine eski eşyaların atıldığı bodruma. Bir zamanlar evin en güzel köşesindeki tablo, sol kolu yanmış bir koltuk, çürüyen kütüphane, yasaklandığında yırtılan bir sürü kitap, kırık dökük hediyeler yersiz yurtsuz duruyordu o zamanlar bodrumda. Gizlice indikleri bodrumdaki rutubet kokusuna alışmıştı burunları. Karıştırdıkları eşyalarda hep ayrı bir şey vardı, dedesinin sallanan sandalyesinin orada olması ne kadar da anlamsızdı mesela. Oysa dünyadaki en güzel şeydi o ve bu yaşta tüm cesaretlerini toplayarak bodruma kaçmalarının en anlamlı nedeniydi kahverengi sandalye. Biri yukarıyı gözetlerken diğeri sallanan sandalyede oturur, yırtılmış sayfalarını çevirirdi kitabın.. Bazen anlamadıkları bir dilde konuşurdu yazar.


`Kapıyı açalım mi?` derdi çelimsiz çocuk her defasında, gözlerini kocaman açıp. Koşarak çıkarlardı bu sorunun ardından korku nöbetlerine tutulup. Kapının ardında garip bir giz vardı, bilmedikleri. Sürgüsünü çekilince açılırdı belki mavi kapı.


Hatırlıyor kapının bulunduğu zeminden önce ayağına takılan yüksekliği. Sağında gözlerinin belli belirsiz seçtiği askılık eskisi gibi yerinde duruyor hâlâ. Gülümsüyor, korkunç ve garip bir ifadeyle. Tekrarlar dengesini bozar insanın ve alışsın diye insanlar tekrarlara, nakarat koyarlar şarkıların aralarına. Korkuya sığındığından beri ağrıyor midesi, gece sabaha doğru ilerliyor. Elini uzatıyor boşluğa. Kaybolmuyor karanlıkta eli, tanıdık sürgüsüne dokunuyor mavi kapının adam. Defalarca kez nefes alıyor, cesaret tüm sınırlarda korkuyu ve heyecanı da getiriyor yanında. Siyah bir ölüm geliyor aklına, yeni boyanmış beyaz bir duvarın ardındaki tabut geliyor sonra gözlerinin önüne, ardından daha konuşamazken okuduğu dualar... Ölüm geliyor aklına: beyaz tenli ve çelimsiz... Ardından geri çekiliyor dengesiz adımları zayıf çocuğun, sanki hiç koşmamış gibi kaçıyor geldiği yere.


Çekiyor adam sürgüsünü mavi kapının, sert bir çekişte. Açılıyor onca sene korkup da açamadığı giz. Açılıyor annesinin saçındaki uzun örgüleri birden. Yine usulca fısıldıyor uykuya dalmadan önce. Gitme diyemeden annesine, uykuya dalıyor çocuk. Mavi kapı, korkunç kabuslarını hatırlatıyor adama. Annesi gittiğinde ve çelimsiz çocuk zamansızca sonsuz bir uykuya daldığında başlayan uykusuz geceleri geliyor aklına. Düşüşler geçiyor gözünün önünden. Terasın gri betonunda koştukları anlar geliyor aklına. Belleğinden silinmemiş bir gülümseme ayılıveriyor birden. Çelimsiz çocuk gülümsüyor, silinmemiş bir hatırada yeniden. Silmiyor hafıza, silmiyor hiçbir şeyi. Tüm nefesini tutuyor adam, gülüyor önce korkunçça, birden ağlamaya dönüşüyor gülüşü, eli kapının sürgüsünden ayrılmamışken daha. Düşüşler geliyor aklına, daha bir adım yaklaşmışken arkadaşına. Düşüşler beliriyor gözlerinde kırmızıya boyanmış gride. Bir vücut hatırlıyor belli belirsiz, zayıf ve gri zeminde boylu boyunca uzanmış… Suskunluğa alışmamış dilinin, konuşamadığı zamanı hatırlıyor birden, sonrası yok. Sonrası beyaz duvarın ardında tanıdık suratların taşıdığı bir tabut...


Elini çekiyor sürgüden, tek basamak var zemine. İşte o anda korku birden çekiliyor vücudundan, serin bir hava esiyor arkasından, bodrum eskiden de böyle de eserdi, kimsenin bilmediği bir taraftan. Vücudu doğruluyor, saçları sanki tek tek köklerine yerleşiyor adamın. Annesi yavaşça okşuyor saçlarını, gözlerini kapatmadan önce çocuk. Mavi kapının ardında sessiz bir karanlık gözüküyor, sonu olmayan, boş ve yalnız… Ellerini ceplerine sokup ilerliyor adam. Çelimsiz surat yine gözlerinin önüne geliyor, gülümsüyor yaramaz bakışlarla:


`Kapıyı açalım mı, açıp kaçalım mi?`

25.07.2007 02:13:50

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not