Anlamsız Senaryo

Kahveyi bıraktım. Bırakmak benim için tahmin ettiğinden daha kolay. Tırnağımı yemeyi de böyle bırakmıştım. Bir an. Sadece bir an yeterli. Onca sene yaptığım ya da sevdiğim bir şeyi bırakabilmem için.

Bugün yine erken kalkamadım. Koşarak hazırlandım. Buz gibi bir güne bembeyaz suratımla uyandım. Kış geldi yeniden. Artık öğlenleri uykum gelmiyor. Eskiden yani hani çok eski değil birkaç yıl önce üniversitede yemek sonraları uykum gelirdi derslerde. Çocukken de öyleymiş, severmişim öğlen uykularını, halam söyledi. Halamı ilk gördüğümde söylemeliyim. Ben büyüdüm; öğle uykularım akşam oldu artık.

Önce siyah. Sonra mavi gibi ama belirsiz. Neden tüm yazılarım aynı? Neden sadece kendime anlatıyorum derdimi. Bazen hani böyle sessiz bir yerde mesela hemen bizim evin yukarısından eve gelirken kendimle konuşuyorum. Bazen sen de oluyorsun, seni hep hastane odasında hayal ediyorum. Sonra o gün yani senaryomda sen bir kaza yapmışsın ve ben orada hastanedeyim. Kimseden korkmuyorum artık. Bilmeleri umrumda değil. Beni istiyorsun. Ben ağlıyorum. Yakınız. Bir adımlık mesafe aramızda. Nefesin bile yanımda. Sarılmak istiyorum sana. Sen iyi değilsin ama. Tüm sevdiklerin kapının önünde. Kalabalık. Nefesim kesiliyor. Eskiden bir şey söylemediğimde olduğu gibi. Elimi uzatıyorum tekrar. Korkmuyorum. Aramızda ilk defa ne duvar, ne ses, ne Ayşe, ne Zeynep kimse yok. Oturup yanındaki sandalyeye, konuşmaya çalışıyorum. Ne söyleyeceğimi bulamıyorum. Gözlerini görüyorum ilk defa. Söyle diyorsun, nasılsın, yine sen başlıyorsun. Konuşuyoruz. Dışarıda insanlar. Dışarıda herkes. Ama sanki kapının ardındaki zaman durmuş. Aslında durmamış, yazar benim, istediğim gibi durdururum zamanı ve silerim içindekileri. 

Sonra beyaz. Oda bembeyaz. Suratım gibi. Sarılıyorum sana. Belki son kez diyorum içimden. Gideceğini düşünmüyorum. Elin saçlarıma dokunuyor. Tekrar tekrar aynı kaydı dinler gibi tekrar düşünüyorum bunları aklımda. Tekrar sarılıyorum, tekrar ellerin saçlarıma değiyor. Elini hissediyorum elimde. 

Sonra. Bizim yukarki sokaktan bu kadar sürüyor vakit. Sonra eve gidince açıyorum ışıkları. Kendimi kendimden çıkartıp yatıyorum yatağa. Sen yoksun yine. Biz yokuz. Gerçek hiç acıtmıyor. Başkaları geçip gidiyor içinden. Duyuyorum. Bu sefer ciddiyim diyorsun. Yine de acıtmıyor senin bir başkasını sevmen. 

Belki. Biraz aydınlık, biraz da karanlık. Kapı açılıyor, kapanıyor. Söylemiyorum, söyleyemiyorum. Bir şey yapmana gerek yok. Bir sebep yok. Otur karşımda. Kendime bile söyleyemesem de başkasını sevmeni kıskanmayacak kadar çok seviyorum seni. Korkmuyorum. 

Dün eve gelirken yolu uzatttım. Yine seninle konuştum o hastane odasında. Yine sarıldım, yine ellerin saçıma dokundu, sonra ellerime. Sonra eğilip söyledim sevdiğimi seni. Gözlerime yaklaştırdın dudaklarını, aynı kokuyu duydum o an, hiç burnumdan gitmeyen kokunu. 

Ben de dedin, ben de seni seviyorum. Sonra uyudum. Uyuduk beraber.

O akşam eve gittiğimde televizyon açık kalmış, bir şarkı çalıyor, kimbilir kaç kez takılı kalmış dilimde, inan ki senden başka kimse yok içimde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not