Mektup




Sevgili Selim;
Bir insanın bir işi yapmaktan mutluluk duyduğunu görmek ne büyük zevk. Ben bunu daha çok küçükken babaannemin gözlerinde gördüm, gelecek misafir için sarma sarıyordu; ama ne zorluğundan, ne de tek başına bu işi yapmasından şikâyet eder hali vardı. O sıralar dokuz-on yaşlarındaydım sanırım – herkese doktor veyahut öğretmen olacağım dediğim zamanlar-. Bu mutluluğu bir de lisedeki edebiyat öğretmenimde gördüm; her dersi bir filmdi sanki kaçırılmaması gereken. Yıllar geçtikçe ‘ben ne olacağım’ sorusu beni daha fazla rahatsız eder hale geldi. Oysa çocukken ne kolaydı doktor olacağım diye cevap vermek. İlkokul yıllarında bir ara öğretmen olmaya karar verdim; illa ki öğrendiklerimi birilerine öğretmem gerekiyordu çünkü. Sonra ne oldu bilmiyorum, ÖSS tercihlerinde bir tane bile öğretmenlik tercihi yapmamamın sebebini hatırlamıyorum. Bir şekilde daha az istediğim bir bölümde okudum. Ama benim için olduğum yeri sevmeye çalışmak zor değildir. Bu yüzden diğer lisans arkadaşlarım gibi ‘sevmediğim bölüm’ diye başlayan cümleler kurmadım. Ama sonra bir şekilde yüksek lisans yaptıktan sonra bu bölümü gerçekten sevdiğime inandım. Belki de insan alışıyor, yaşadığı şehre, yediği yemeğe alıştığı gibi. Tezimi yazarken anladım ki; benim de sevdiğim bir işi yaparken gözlerimin mutlulukla parladığı bir işim olabilir, hem de bu iş ilkokul yıllarımdaki hayalime de benzer olabilir ve pek tabii ben de bir akademisyen olabilirim. Çalışmanın türlü zorluğunda, uykusuz geçen gecelerde ve en zoru insanlara hâlâ neden ders çalıştığını anlatmanın imkânsızlığında bile ben bu mesleği sevebileceğime inandım ki hep sevdim de Selim.


Bu şehre geleli altı ay oldu Selim, sadece altı ay ve bu altı ayda kimse nasıl bir akademisyen olduğumu merak etmedi, merak ettikleri tek şey İstanbul’daki üniversiteden neden böyle bir üniversiteye geldiğimdi. Neden daha iyi olan imkânlarımı reddetmiştim ki? Herkes buraya geçiş gözüyle bakarken benim buraya gelişim nedendi? İnsan neden karşısındakini bilmeden yargılar?
Dün nehrin kenarında otururken bu altı aydır görmediğim şeyi fark ettim Selim. Bu ne zamandır var bilmiyorum ama insanlar konuşmadan tüm dertlerini, mutluluklarını anlayabiliyorum sanırım. Bunu ukalalık olarak görmezsin umarım. Mehmet’in gözlerinde de aynısını görmüştüm. Bir insanın beni sevmesinden ne kadar uzağım bilemezsin.


Ben İstanbul’dan kaçtım Selim. Mehmet nişanımızdan altı ay sonra öldü, ben ölümü hiç görmemiştim Selim. Ama onu hastane odasında kimse yanı başımda yokken görünce ne yapacağımı bilemedim. Neredeydi her şeye karşı soğukkanlı olan Işık? Benim ezberimde ‘en sevdiğin ölünce ne yapacaksın’ a ait bir cevap yoktu. Oturdum, ağladım, sustum. Cevap çok açıktı Selim, hiçbir şey yapamazsın. Mehmet benimle aynı üniversitede asistandı, aynı zamanda oda arkadaşımdı. Bir süre okula gidemedim, ölüm insanın alışkanlıklarını bir anda değiştiriveriyor. Saçlarımı ilk defa o dönem kestirdim ve sonrasında hiç uzatmadım. Haftalar sonra okula gittiğimde odanın kapısına baktığımda, tabelada yazan adını gördüm, o an nefesim kesildi Selim. O kadar garip ki; sen alıştığını zannederken tüm izler seni bir anda yakalayıp yeniden başlıyordu yıkıma. Okuldaki odada ve evdeki tüm eşyalarını toplayıp kullanmadığım bir odaya koydum onları. Ama geçmiş insanın aklından bir türlü gitmiyordu, istersen tüm eşyaları yak, kaldır. Okulda çoğu konuşmalar ‘Mehmet olsa’ diye başlıyordu, sonra benim de orada olduğumu fark edip susuyorlardı. Bu sessizliği dinlemek ise en kötüsüydü Selim. Benim tüm alışkanlıklarım Mehmet ile doluydu, nasıl yaşayacağımı bilemedim. İki yıl dayanabildim; sonra buraya geldim; işte herkesin kaçmak istediği yere; herkesin gitmek istediği yerden geldim.


Arkamda tüm sevdiklerimi bırakmış olsam da içim rahattı. Mehmet’in olduğu şehirde ben nefes bile alamıyordum çünkü. Burada sadece okulun olacağını düşündüm. Ama başka birini sevebileceğimi tahmin edemedim Selim; karşıma senin çıkacağından habersizdim. Burada oda arkadaşımın daha ilk günden “Adın Işık demek, o zaman sadece adlarımızı yazdıralım tabelaya da; Selim Işık olsun, tutunamayan olsun” diyebileceğini ve sonrasında o nehrin kıyısında bana bakarken gözlerinin güleceğini bilemedim.
Dün okula geldiğimde istifa etmiş olduğunu öğrendim. Sana kızmadım. Yerinde olsam aynısını yapardım. Hoşça kal Selim. Benim neden “evet” diyemediğimi anlarsın umarım.


Sevgilerle Işık…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not