Ekmek, Diş macunu, Işkembe çorbası

Saat kaç, günlerden hangi gün bilmiyorum. Bugün dışarısı soğuk mu, sıcak mı olur hiçbir fikrim yok. Uzun zamandan beri benim için dışarısı yok, içeriden de kaçabildiğim kadarıyla kaçıyorum. İnsanlarla konuşamıyorum, konuştuğumda ya evet ya da hayır diyorum, hatta arada kafamı sallıyorum yine evet ya da hayır anlamında. İnsanlar garip bakışlarını üzerimden alamıyorlar. Bu genç yaştaki insanda, bu kadar hüzünlü bir bedeni kaldıramıyorlar. Hüzün nedir ki?

Yatağımı hiç toplamıyorum bu ara. Sürekli yatağımdayım zaten. Kitap okuyorum, hep yarım bıraktığım kitaplar ortasından açılmış bir şekilde duruyor masamın üzerinde. Hiçbir müziği dinleyemiyorum sonuna kadar, hiçbiri iyi gelmiyor. Masamın üzerinde yine yarım kalmış bisküviler, bitiremediğim kahve, her içtiğimde boğulacağım hissi veren su. Yemek yiyemiyorum, sürekli midem bulanıyor, çikolatanın üzerinde “sütlü” yazısını gördükten sonra çikolata da yiyemez oldum. Midem de, hayatım da alt üst.

Ne zamandan beri evden dışarı çıkmadım bilmiyorum, geceyle gündüz ayrımını yapamayacak kadar dengesiz uyuyorum. Gerçek mi rüya mı ayıramayacağım denli gerçeğe benzeyen rüyalar görüyorum. Karışığım, hiçbir şey yapmayacak kadar. Dümdüz yerde bile dengemi sağlayamıyorum.

Sonunda karnımın acıktığını anladım. Buzdolabına baktım. Uzun zamandan beri açmamıştım kapısını. Süt vardı, kesin bozuktu, sevmezdim de zaten, asidi kaçmış kola, ne zaman yapıldığını hatırlayamadığım çorba… Midem bunların görüntüsünü bile kaldıramayacak kadar kötüydü zaten.

Hırkamı aldım odamdan, dışarı çıktım, az kalsın unutuyordum ki anahtarı almayı, son anda aklıma geldi. Markete gittim, aslında hiç düşünmemiştim gitmeyi, sihirli bir el benim hareket etmemi sağlıyordu sanki. Uzun zaman sonra ilk defa dışarı çıkmıştım, yağmur yağıyordu, mantomu giymeliydim aslında. Marketten yine düşünmeden bir şeyler aldım, elimde biriktirdim aldıklarımı, insanlar bana garip garip bakıyorlardı, bu kadar şeyi elimde taşımam komikti sanırım. Yine de sepet almaya üşendim. Solumdaki aynada suratımı görünce en son ne zaman aynaya baktığımı düşündüm. Gözlerim şişmiş, darmadağın bir haldeydim. Belki de insanlar bu yüzden bakıyorlardı bana. Aldıklarımı elimde taşımaktan daha garip olan yanlarım vardı, mesela sonradan fark ettiğim, iki farklı ayakkabı giymiş olmam gibi. İnsanlar ne düşünürlerse düşünsünler.

Kasaya doğru yürüdüm, çantamı almak gibi bir akıllılık yaptığım için kendimi tebrik ettim. Dışarıyı neredeyse unutmuştum, insanlar gözümü acıtıyordu. Görüntülerine alışmak için şişmiş gözlerimle daha bir dikkatli bakıyordum onlara. Garipsiyorlardı bakışlarımı ki ben onlar bana bakarken hiçbir şey demiyordum onlara. Kasaya yaklaşınca elimdekileri bıraktım, aldıklarıma hiç dikkat etmemiştim, onları görünce, tekrarın sıradanlığında kafayı yiyeceğimi düşündüm.

Elimdeki poşette ekmek, çikolata, krem, bisküvi, hazır işkembe çorbası, diş macunu ve kek vardı, karşı yolda dedemi görüp ona gülümsediğimde, dedem gülerken gülümsemesi suratında kayboldu. Dedem yere düştü, daha ben karşıya geçemeden. Elimdeki poşetle karşıya geçtiğimde insanlar toplanmaya başladı etrafımızda. Kurtaramadılar. Aniden öldü gözlerimin önünde dedem, aniden gelen misafirlere bile alışamazken, bir ölümle nasıl başa çıkabilirdim ki ben? Sanki her şeyi unutmuştum o an, ezberlediğim numaraları bile hatırlayamadım, rehberden baktım, babamı aradım.

“De-dem-öl-dü.”
 
Ne dediğini yahut ne demeye çalıştığını hatırlamıyorum babamın. O an duvardan farksızdım zaten. Her şeyi duyuyordum, saklıyordum içimde ama, hiçbir şeyi anlamıyordum sanki. Cenazesinde dedemin midem bulandı birden, ölüm midemi bulandırmıştı sanki. Kaldıramıyordum ölümü. Herkes siyahtı. Gözlerim acıyordu. Ölümünden sonra dedemin evden dışarı çıkmamaya başladım, sanki her baktığım, sevdiğim, gülümsediğim insan ölecekmiş gibi geliyordu.

Beynim kaldıramayacağım kadar ağırlaşmıştı sanki. Ben neden hiçbir şeye alışamıyordum ki? Psikolojik olarak alışırmış insanlar böyle durumlara. Sabahları erken uyanmaya bile alışamadım kaç seneden beri. Benim bağışıklık sistemimde mi sorun var?

-Bayan! İyi misiniz?
 
Bana bakan market görevlisi neden kasiyerin olmadığı kasanın önünde durduğumu merak ediyordu. İnsanlar yine bakışlarını üzerime dikmişti. Kim bilir kaç kere “Bayan!” diye seslendi ki adam, iyi misiniz demeye gerek gördü. Kasanın üzerine bıraktıklarımı toplayıp diğer kasaya geçtim, adama cevap vermedim. Saygısızlığımdan değil, iyi olup olmadığımı bilmiyordum gerçekten. Kasiyer gülümseyerek “Hoş geldiniz.”dedi sanki “Uzun zamandan beri yoksun.” gibi anladım bu cümleyi. Oysa herkese söylediği basit bir “hoş geldiniz”di. Öznel olmayan diğer kelime topluluğundan biriydi sadece. Teker teker bakarak poşete koydum aldıklarımı. Aynı’lık ne kadar da mahvedebiliyordu insanı ve bilinçaltı nasıl da unutmuyordu hiçbir şeyi. Nasıl bu kadar iyi tekrar edebiliyordu insan yaşadıklarını?

Elime alıp poşeti yürümeye başladım, karşıya geçmeyi düşündüğüm an midem bulandı, yolumu uzattım, karşıya geçmemek için. Eve geldim, poşette ekmek, çikolata, krem, bisküvi, hazır işkembe çorbası, diş macunu ve kek vardı.

24 Mart 2007 Cumartesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not