Denge’siz Bulut





“Yüksek sesle konuşmalı,
Bağıra çağıra şarkı söylemeli aslında,
Yaşamla ölümü nasıl ayırabiliriz ki başka?”

Bildiğin her şarkıda ağlayabilir, duyduğun her cümleye gülebilir, tanıdığın herkese merhaba diyebilir yahut tanımadıklarına elveda diyebilirsin şimdi. Artık öyle ya da böyle yaşayabilirsin.

Zaman kısaldıkça sana yaklaşıyor. Bu gördüklerinin hiçbiri gerçek değil. En sevdiğin odan yok mesela. Şimdi uzun,dümdüz bir caddede koşmuyorsun, ayaklarının altındaki cadde değil, beyaz çizgileri de yok üstelik bu caddenin. Ne’den kaçıyorsun, yaşadıklarından mı? Korkuyor musun insanlardan? Her gün aynı durakta, aynı otobüsü beklediğin insanları mı bekliyorsun, o kaldırıma oturmuş, gelmeyeceklerini bildiğin halde…

“Neredesin? Kimsin?” Bu soruları önceden hiç sormamıştın kendine. Şimdi çantanın içinden zar zor çıkardığın aynaya bakıp kendine hesap mı soruyorsun? Gözlüklerin biraz yamulmuş mesela, belki de yeni bir numaraya talip olmalı gözlerin, biraz sisli bir pencereden bakıyorsun çünkü aynaya…

Yalnız mısın? “Yalnızlık güzel şeydir, yanında sevdiklerin varken”. Ağlayamayacak kadar karışık, gülemeyecek kadar mutsuzsun şimdi. Sen şimdiki zamandan mı bahsediyorsun? Oysa sen hep geçmişte kaybolmuştun. Fotoğraflara bak biraz, belki hatırlarsın.

“Yaşam garip bir şiir, herkesin anlayamadığı.” demiştin geçende. Şimdi anlayabiliyor musun yaşamını? Ayakkabılarını bile giymeden gitmek istiyorsun bu evden, biliyorum. “Bütün her şeyi silebilsem.” diyorsun içinden, aslında hiçbir şey yazmadın güzelim sen yaşamına, hiç farkında değilsin.

Şimdi ölene kadar uyusan… Bütün her şey garip bir şaka olsa… Dünyada iki gerçek vardır aslında: Yaşam ve ölüm. Sevdiğinin öldüğüne inanıp üzülmek mi daha iyidir yoksa onun hiçbir zaman yaşamadığını bilmek mi? Bütün sorular beynini delip geçiyor, hepsi küçük bir iğneyle takılı kalıyor beynine. .Düşündüğünü sanıyorsun oysa. Bunca zamandır çok şey yaşamış olduğuna inandığın insan aslında yokmuş. Varlık ve yokluk arasında kafan karışıyor. Onun ölmediğine sevinmek istiyorsun, ancak sevinemiyorsun, zaten olmayan birinin ölmemesine sevinebilir mi ki insan?

Gözlüklerini çıkartıp yeniden bakıyorsun puslu aynana. “Belki ben de yokumdur.” diyorsun içinden. İnsanlara bakıyorsun, seni görüp görmediklerini merak ettiğinden, aniden bağırıyorsun, sana bakıyorlar bazıları garip bakışlarla. Sokak kalabalık, bazıları duymuyor sanki seni. Koşarak şarkı söylemeye başlıyorsun. Yine bazıları bakıyor sadece, hiçbir zaman herkesin ilgisini çekmiyorsun. Ben sadece bazıları için görünebilirim deyip onun da sadece senin için yaşamış olduğuna dair iyimser varsayımlarda bulunuyorsun. Nefes nefese kalıyorsun, şarkın daha bitmemişken.

Duyduklarına inanmak ya da inanmamak senin elinde. Ama öyle birisi yok işte. Bulut diye birisi yok, senin hayatına girip daha sonra ani bir ölümle çıkmış. Onun öldüğüne üzülmen de mantıksız. “Neden sadece bir hayalde yaşamışım?” diye soruyorsun kendine. Bütün soruların cevabı olmadığını öğreneli çok oldu oysa senin için.

Gözlerini dikip baktığın yerde de maviye boyanmış dört katlı bir ev yok aslında, hiç olmadı da. Karşında küçük bir bakkal var, hemen kendine en sevdiğini sandığın çikolatalardan alabileceğin. Bağırıp çağırmak ya da susmak istiyorsun, biliyorum. Sen sadece adının Denge olduğunu biliyorsun. Yanılmıyorsun bu sefer, adın Denge. Ama ismini koyanlar yanılmışlar, görüntünle, konuşmalarınla, hayatınla tam bir dengesizlik çiziyorsun. “İnsanlar isimlerinin anlamını taşırlar.”

Hava soğuk, ayakların titriyor, tüm vücudun ürperiyor birden. Soğuk üşütmüyor aslında tenini, sorular sarmışken beynini. Çantana bakıyorsun –çantan gerçek- , içinden mavi cüzdanını çıkartıp O’nun fotoğrafını arıyorsun. Hafızanın sana hatırlattığı gibi ilk sırada olmalı cüzdanında, O’nun fotoğrafı. Sadece küçük beyaz bir kağıt görüyorsun ilk sırada. Küçücük gözlerini koskocaman açıp korkuyorsun. Elindeki çantanı yere atıp basamaklara oturuyorsun. Bütün fotoğraflara bakıyorsun, herkes yerli yerinde sadece O yok. Küçük, beyaz kağıdın arkasına “Bulut “yazmışsın mor bir kalemle. “Moru çok severim…Bulut…” diyorsun içinden.

Uzunca bir süre oturuyorsun gri, yan tarafı turuncu beyaz çizgilerle uzayıp giden kaldırımın üzerinde. Hava soğuk, yüzünü ellerinin arasına almış, tüm hücrelerinin yerini değiştirmeye çalışıyorsun.

“Farklı zamanlarda kaybolmalı insan.” Kendini bulamıyorsun. Oturduğun kaldırımın biraz ötesinde bir otobüs duruyor, o her gün beklediğin durakta. Neyin gerçek, neyin sahte olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Her şey gerçek gibi aslında. İnsanlar geçiyor önünden, sana bakıyorlar, senin hakkında tahmin bile edemeyeceğin şeyler düşünüyorlar. Şu kavşaktan döndüklerinde unutulup gideceksin onların beyninden. Kendini “deli” gibi hissediyorsun.

Ayağa kalkıp koşmaya başlıyorsun. Uzun gri bir yol var önünde, ortasından beyaz çizgiler geçen. Onun bile gerçek olduğuna inanamıyorsun. Aynadaki suratın aklına geliyor, korkuyorsun. Gerçek nedir ki sahiden?

-Bunu Denge’ye yaptığın için her zaman pişman olacaksın Bulut! Artık isminden bile şüphe ediyor kız.
-Üzgünüm, beni unutması için tek yol buydu.
-…

Denge, mor kalemini eline alıp uzun zamandır dokunmadığı defterine ilk defa yazdı.

“Yüksek sesle konuşmalı,
Sessizce uçmalı aslında,
Ve uyandığında sadece aynaya bakmalı,
Hayalle gerçeği
Yahut gökteki bulutla, yerdeki Bulut arasındaki farkı,
Nasıl ayırabilir ki insan başka?”


14.03.2007 22:05:25

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not