Ada

Mavi, yeşil arada koyu mavi bir rengi vardır denizin. Saydam olduğunu düşünüp renksiz olarak da nitelendirebiliriz belki Ada gibi. Her şeyin bir rengi vardır ve denizin rengi renksiz- saydamdır- Ada'ya göre. Görünenden daha karmaşık yahut anlaşılmaz şeyler vardır. Mesela balıklar da aşık olabilirler mi yahut denizyıldızları da gökteki yıldızlar kadar parlayabilirler mi? Balıklar başta onları kandırıp da midelerine indiren insanlardan nefret ediyorlar mı? Deniz bir yer mi yahut içine düştüğümüzde kaybolmaya alıştığımız renksiz bir dünya mı?

Öyle ya da böyle hayat bütün karmaşık soruları içinde tutacak kadar büyük bir yerdi. Belki de küçüktü… Bütün sorular karışık bir halde birbirine tutunmuş, hepsi bir diğerinin cevabını bekliyordu, cevaplanmak için. Denize yakın şehirlerde insanlar hep farklı bir hasret sahibiydiler. Hep uzakta bir şeyleri vardı, bekledikleri çoktu. Uyku zamanları da farklıydı onların. Kimi zaman eksik bir uykuda sabaha açarlardı gözlerini, kimi zaman da uzaktaydı düşleri onların.

Denize yakındı tüm yalnızlıkları Ada'nın. Eskimiş bir bankta, artık yaşayamaya tahammül edemedikleri denizden kaçan balıkların ardından sadece küçük bir tebessümle bakıp geride kalan onların balık arkadaşlarını izliyordu Ada. Balık gibi gözlerini kocaman açmış, güneşin altında, maviden uzaklaşmış denizden kayan düşüncelerine dalmıştı. Düşünmek her şekilde başa belaydı. Konuşmak da farklı fikirlere boğulmaktan başka bir işe yaramıyordu. Paylaşmak güzeldi, içindekini anlatmak da, ancak mantıksız düşüncelere fikir üretemiyordu insanoğlu ki bu mantıksız düşünce hem farklı, hem de anlamlandıramadıkları bir his olmaya görsün, bütün konuşmalar sadece fikir karmaşıklığına neden oluyordu o saatten sonra. Ada yakın olduğu tüm insanlarla paylaşmak isterdi içindekini ki hissettiğini kendisi tam olarak anlayabilseydi.

Bilmediği bir dilde bilindik bir müziği dinliyordu. Müziğin mi yoksa sözlerin mi önemli olduğuna dair bir açıklama getirememişti. Ama bu Fransız grup ne söylüyorsa şarkısında onu anlatıyordu. Buna inanmak içini rahatlasa da beynindeki bütün soru işaretlerini, ünlemleri sadece bir anlığına kovabiliyordu şarkı.

Yine aklındaydı o kimseye hiçbir şekilde anlatamadığı düşünce. Sevmenin çok fazla çeşidi olabilirdi. Ama sonuçta hepsi uzaktan aynı gibi gözükürdü. Aslında insanlar tüm çeşitleri aynı gibi görmekten hoşlanır, her şeyi normal saymaya bayılırlardı. Ada sevmenin farklı bir çeşidini mi yaşıyordu yoksa aşk denilen salıncakta mı sallanıyordu farkında değildi. En azından farkında olmadığını düşünmek istiyordu. Nasıl anlardı insan aşık olduğunu? Ona sarılınca vücudundan ılık bir şey akmış gibi hissettiğinde mi, yoksa rüyasında onunla ilgili güzel bir gelecek gördüğünde mi? Bütün bu genellemeler oldukça can sıkıcı geldi, midesi ağrıdı Ada'nın.

Önünden geçen çocuklar bütün büyük harfleri yutmuş gibi bağıra çağıra koşuyorlardı. Keşke onlar gibi yüksek sesle söyleyebilseydi içindekileri. Keşke yüksek sesle söyleyebileceği kadar normal olsaydı düşünceleri. İnsanlar duyduğunda garipsemekten öte anlasalardı mesela. Ada böyle bir yargıya varmak da yeterince haksızdı. Ne de olsa şu an sadece kendisi biliyordu içindekini. Sevmenin farklı bir haliydi belki de yaşadığı. En yakın arkadaşlarından birini gizlice seviyordu. Aşk denemezdi çünkü karşısındakinin tüm sevmelerine gözlerini kapatıyordu. Belki de kalbi baştan sona salaktı. Sevilmeden sevmek hatta bunu her gün biraz daha bilerek garip bir sevginin kucağında yaşamak; aptallıktan öte bir şey olamazdı herhalde. Onu herhangi birini sevdiği gibi sevmiyordu yahut herhangi birinin onu seveceği gibi. Yakın bir dost olarak görseydi sadece, geceleri yorganın altına sığınmadan önce o malum zor soru kafasında yer etmezdi: "Acaba onu seviyor muyum?" O malum insansa kim bilir rüyasında kimi görme umuduyla dayıyordu bedenini uykuya. Görmek istediği isim Ada değildi muhtemelen. Yani Ada öyle düşünüyordu. Onun hayatında güzel bir yeri vardı Ada'nın, büyük parçalarından biriydi küçük dünyasının. Ama sadece bu kadardı. Ada kızgın değildi ona. Sevdiği insan onu sevmek zorunda değildi. Değildi de asıl sorun insanın karşısındakini nasıl sevdiğini bilememesiydi.

Çikolatasını ısırıp üzerine ayranını içti, hayat karmaşıktı ya yediklerinin düzenli olmaması hiç önemli değildi Ada için. Garip bir maviye dönüşüyordu deniz, sanki üzerindeki kirli tabakayı atarcasına. Sıkıntılı bakışlarla izledi bu değişimi Ada. Defteri çantasından aldığı gibi yerine koydu. Yazdıklarını yırtmadı, belki olur da biri okur diye defterin sayfaları arasında saklanmasına izin verdi yazdıklarının. Olur, da bir gün biri okuyup anlamaz bakışlarla ya saçma yorumlarda bulunur ya da bundan da kötüsü sadece anlamsız bir ifadeyle susar diye bıraktı satırlarını defterin içinde. Mavi çantasını sırtına taktı, mor çerçeveli gözlüklerini düzeltti, ayaklarına ve yola uzunca bakarak kalktı eskimiş banktan. Yol uzundu, bekleyeni yoktu, Yağmur, şarkının arkasında ağır bir fon gibi dalgalanmaya başladı. İçinden ne olursa olsun söylemeyeceğim dedi. Adımlarını sıklaştırdı, yağmur damlalarının süzüldüğü gözlük camlarının ardından hayat daha bir hüzünlüydü. Ama o her zamanki gibi anlamsızca güldü, önünden geçen adam ona deliymiş gibi baktı. Umurunda değildi. Yarın daha sessiz bir gün olacaktı, büyük adımlarla uzağa doğru koştu. İçindeki müzik artık cesaret vermiyordu, aramızda kalsın söyleme diyordu. Çalan başka bir şarkıydı artık kulaklarında; Ada farkında olmasa da hakkında tam olarak ne hissettiğini anlayamadığı (aslında anladığı ama kabullenmek istemediği) insanı da o an o şarkıyı dinliyordu: Tesadüf mü? Ada tesadüflere inanmazdı. Gözlerini kapatıp muzipçe güldü. O da aynı şekilde güldü. Farklı yerlerde aynı tebessümlerle. Söyleyememenin verdiği fazlalıkla; saklamanın gizemliliğiyle, sadece yazabildiği duygularıyla devam etti yola. Sevmek tüm sırlarında sadece tek kişilik kalacaktı belki de. Yarın daha fazla susacaktı. Sessizce denizden uzaklaştı, yarın daha uzun bir gün olacaktı, söylenmeyenlere dair.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not