Bir Alzheimer Günlüğü

                            

Bu hastalığın en kötü yanı insanları bile unutmak. Önce söylediklerini, sonra isimlerini, sonra onları nereden tanıdığını ve en son da yüzlerini bile unutmak. İnsanların yüzüne hatırlayamamış

ifadesiyle bakmak, çünkü o yüzü az çok bilmek ama kim olduğunu ve nerede tanıştığını eşleştirememek. Binlerce koddan hangisini seçeceğini bilmeyen bir yazılımcı gibi aklındaki isiml ve yerlerle bağlantı kurmaya çalışmak. Evet en kötüsü seni tanıyan insanları unutmak. Seni hatırlarıyorlarsa sıkıntı yok. Ama gel gör ki, isminle çağırıyorsa biri seni ve sen onu bir türlü beynindeki harflerle eşleştiremiyorsan sıkıntı başlıyor.

Üniversiteye yeni başlamıştım. Amfi iki yüz kişi. Herkes yeni. Her gün yeni on kişiyle falan tanışıyorum. Aklımda isimler, şehirler, okullar geziyor. Bir sürü insan ve isim. Kimisinin ismini unutuyorum. Kimi iki kişiyi çok net hatırlamadığım için karıştırıyorum. İsimlerini unuttuğumda biri seslensin diye bekliyorum. Bazen notlar alıyorum. Uzun saçlı olan Ayşe, sakallı Mehmet, uzun boylu, gözlüklü Atakan diye. Ama yine de unuttuğum vakitler oluyor. Öğretmenlerin herkesin ismini ezberleyememesine kızan ben tanıştığım an insanların isimlerini unutuyorum. Kafamı sağa çevirdikten sonra baş harfini bile hatırlamıyorum ismin. Beynimde elli yüz tane isim, surat ve memleket karışmış halde eşleşmeyi bekliyor. Ama bir türlü beceremiyorum. Belki dört yaşındaki yeğenimi getirseler benden kolay çözecek ama ben yapbozu tamamlayamıyorum.


Doğumgününü unuttum en sevdiğim insanın. Ne günü olduğunu biliyorum. Ama o günün tarihini anımsayamıyorum. Eski deniz gibi berrak aklımda ama yeni karman çorman, etrafa saçılmış. Yeni her şeyi silik yazıyor beynim be ufak bir hamleyle siliniyor her şey. Bu hastalıkla nasıl başa çıkılır bilmiyorum. Aslında biliyorum. Hakkında o kadar kitap okudum, o kadar doktorlar konuştum. Sevdiklerim, beni sevenler üzülüyor halime. Kırk yaşında nasıl kapılırım böyle bir hastalığa? Ben tüh çantamı unuttum evde deyince gözleri doluyor. Bilseler buradan Kadıköy e arabayla gidip arabayı orada unutup eve otobüsle geldiğimi oturup karşımda ağlarlar, hiç utanmadan çocuk gibi, koskocaman adamlar, kadınlar.

Ajanda. Bir ajanda aldım. İki bin on üç yılına ait. İşle ilgili her şeyi, doğumgünlerini, yıldönümlerini, doktor randevularını yazıyorum. Renkli kalemlerle ufak notlar alıyorum. Biraz işe yarıyor. Ama insanları hatırlamak konusunda baş edemiyorum. Keşke insanların kafasın bir çip yerleştirebilsem. Onlar bana yaklaşınca beynime bir önyazı gönderilse; önceden tanıyıp tanımadığım hakkında ya da tanıyorsam nerede ve nasıl tanıştığımla ilgili. İnsanlar beni hatırlamasın diye daha sık saçımı kestirip başka renkler boyuyorum. Ama değişmeyen bir yüz ifadem var. Çocukluğumdan beri aynı. Ne ifademi, ne gözlerimi saklayabiliyorum. İnsanlar beni unutmuyorlar. Hastalığın en kötü yanı bu Kemal insanların suratlarını bile unutmak.

Bugün Çarşamba. Seninle tanışalı yirmi yıl olmuş. Seni üniversitede tanımama rağmen ve bu hastalığım üniversitede başlamasına rağmen seninle ilgili her şey net aklımda. Kalbim de yazdığı için seni beymien sinyal gönderiyorum. İnanmazsın, hissediyorum. Ben yeni birini yazamıyorum. İstesem de olmuyor. İsmini unutmasam, yüzünü; yüzünü unutmasam, söylediklerini unutuyorum. Sen hafızamda epey yer kapladığın için başkasına yer yetmiyor. Bizim birlikte olmamız Kemal. Benim ne beynim, ne kalbim sensiz yaşamaya dayanabiliyor. Bunu bir kadın olarak söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama Kemal benimle evlenmelisin.

Hoşça kal, öğlen görüşürüz. Seni sevdiğimi hiçbir zaman unutmadım, sevgiler, Ada...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not