Dördüncü Şarkı, Beyaz Duvar

Kafasını ellerinin arasına almış bir kadın oturuyor uzaktaki ağacın altında. Yenmiş yeşil tırnaklarını saklıyor insanlardan. İçindekinden kaçmaya çalışıyor, içindekinin sadece O olduğunu bildiği halde. Elinde bir defter var, hiçbir şey yazmıyor, kalemi de yok zaten. Saçları kırmızı, saçları kısa. Okula ilk başladığı günkü fotoğrafında kaybetmiş tebessümünü. Birini mi bekliyor yaşlanmış ağacın altında? Biri’nin fark edemeyeceği kadar uzakta oysa. Aynı kelimelerden farklı cümleler kuruyor her gün. Her gün yeniden aynı gün oluyor, her gün yine boş bir tencereyle ağacın oraya doğru yürüyor, tencereyi yere bırakıyor ve hep en köşesine oturuyor bankın, sol tarafına, bacakları dışarıda kalıyor biraz. Kafasını elleri arasına alıp hiçbir şey düşünmüyor. Adı:Dünya.


Bir adam çizgilere basmadan yürüyor kaldırımda. Karşıya geçerken özellikle turuncuya basıyor, beyaza basmamak için. Üzerinde havaya uymayan bir kazak, elinde bir fotoğraf makinesi. Adımları sakin, çizgilere basmadan ilerliyor yolda. Saçları sanki yok uzaktan bakınca. Ayakları garipçe dengesiz, beyaz duvara doğru yürüyor. Duvar sadece beyaz, üzerinde ne haylaz bir çocuğun sanat denemesi ne de sinirli birinin tekmesi var. Adam kahverengi bir bere takıyor -kardeşinin hediye ettiği, kafasından yaz kış çıkarmadığı-. Beyaz duvara varınca duruyor, her gün bu sona ulaşıyor, başlangıcını yakalamak için. Adam ilginç ve çarpık gülümsemesiyle fotoğrafını çekiyor duvarın. Her gün yeni bir fotoğrafı oluyor beyaz duvarın. Her gün o adam için geliyor duvar oraya, ona poz veriyor. En azından adam böyle düşünüyor. Adı:Bulut


Kızın elinde küçük bir kavanoz, kavanozun içinde mavi bir balık var. Mavi balık dün geldi ya da ondan önceki gün. Mavi balığın adı Mercan. Mavi balıktan önce turuncu balık vardı. Kız gün boyunca çimlerin üzerinde oturuyor, balığını gezmeye götürüyor, balığıyla konuşuyor. Yemekhanede balığı karşısına oturtuyor, balıkla beraber yemeğini yiyor. Üzerine kendisine iki beden büyük bir pantolon giyiyor, her gün sağ tarafından bağlıyor saçlarını. Adı:Deniz


Siyah çerçeveleri var gözlüklerinin, yanında hep sekiz tane kitap taşıyor, hiçbirini okumuyor. Yeşil bir minderle geliyor her gün ve tam bahçenin ortasına oturuyor. Herkes görüyor onu ama kimse fark etmiyor. Sevdiğine yeşil çimen koparıyor, beyaz sarı papatya yerine. İlginç yazılar yazıyor, kimsenin inanmadığı. Adını bile uyduruyor olmalı diyor sessiz fısıltılar. Kakülü hep gözlerine geliyor. Elindeki kitaplarla beraber küçücük bir defter taşıyor. Garip yazılarını bu küçük deftere yazıyor olmalı. Aslında böyle değil gerçek, o her gün sekiz kitabını alıp arka bahçedeki ağaçların arasında bir çukur kazıyor, kitaplarını yavaş yavaş çukura bırakıyor. Sonra çukuru kapatıyor. Her akşamüzeri odasına çekilmeden önce kitaplarını almak için çukuru kazıyor, her gün tozlu sekiz kitabıyla beraber merdivenlerden güçlükle çıkıyor, sabahleyin yeniden sekiz kitabıyla o merdivenlerden aşağı inmek için. Adı:Doğa.


Eğer gerçekten dünya diye bir şey varsa; yani şöyle ki güneşin her gün yorulmadan doğduğu ve saatini kaçırmadığı, denizin rüzgara göre dalgalandığı, bulutların hızla yer değiştirdiği bir yer varsa; burası da o dünyanın tam olarak tersidir. Ters demişken burada doğru giden tek şey saattir ve esasında zamana inanan yoktur burada. Her saçmalık normal, bütün garip durumlar alışkanlıktır. Burada doğanın dengesi yoktur mesela. İnsanlar birbirine neden diye sormazlar. Neden diye sormayacak kadar bilinçli, nedeni araştırmayacak kadar umursamazlardır çünkü. Duvarlar, odalar, çarşaflar, yastıklar beyazdır .Büyük bir bahçesi vardır buranın, herkesin birbirini gördüğü, kimsenin birbirinden haberdar olmadığı. Bahçenin ortasında sürekli düşünen bir heykel… Herkesin beraberce yalnızlık çektiği tek yer burasıdır.


-Dışarı çıkmadığını söylemiştiniz koridorun sonundaki odada kalan hastanın.
-Çıkmıyor,evet.
-Ama bana dışarıdakilerin hayatını anlattı.
-Bir adam, bir kadın, bir kız ve bir çocuk mu?
-Ama gerçek gibiydi anlattıkları…
-Hoş geldin dünyamıza.

Koridorun sonundaki odada kalan kız kulaklıklarını taktı yine. Dördüncü şarkıyı ayarladı, fark etmiyordu aslında şarkının kaçıncı olduğu. Cd’de on yedi şarkı vardı, on yedisi de dördüncü şarkıydı. Odasından sadece beyaz bir duvar gözüküyordu. Kimse yoktu. Kimse’ler hep gitmişti. Pencereye kafasını dayadı. Arkasında iki adam kapıya dayanmış konuşuyorlardı. Onları duymadı, onlar yokmuş gibi davranmaya devam etti.
Gölgeler oynuyordu duvarın üzerinde, o anda şarkı “ Hayat bir hayaldir.” diyordu bağıra çağıra.

Kısa saçlı kadın yorgun argın iniyordu merdivenlerden. Adam turuncu basamağında duruyordu kaldırımın, kızın elindeki kavanozun içinde siyah bir balık vardı, kız çimlerin üzerinde oturuyordu. Çocuk kitaplarını koyduğu çukurun üzerinde ayakta duruyordu. Böyle değildi aslında gerçek.Şöyle ki koridorun sonundaki odada kalan genç bir kız var, her gün yeni bir gün olur ve kız her gün aynı şarkıyı dinler, bıkmadan usanmadan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not