hep olduğu gibi bir pazardı

Hep olduğu gibi bir pazardı. Bir bahardı. İnce bir tişörtün üzerine kot ceketimi, kot pantolonumu ve converse’imi (o zaman burnu bile siyah olan bir converse’im vardı ve bu ayakkabıyla kendimi inanılmaz farklı hissediyordum) giymiştim. Gözlüklerim ve unutmadığım güneş kremimle sıradan bir pazardı.
Buluşmuştuk Caner’le, üniversitenin biraz aşağısındaki çay bahçesinde. O çay severdi, ben kahve. O günün ikinci çayını, ben hâlâ ilk kahvemi bitirememişken,
“Adım Caner” değil dedi. Gerçekten adının Caner olup olmadığıyla hiç ilgili değildim. Denizden gözümü alıp ona baktım. “Adım Birdal” dedi, Bir-dal. Neden insan ismini saklar ki? Belki soyadını, TC’sini saklar da ismini neden saklar? Ve neden herkesten saklar? Diyelim ki sakladı. Neden şimdi söyleme ihtiyacı hisseder ki Önemsemedim. Öncesinde isminin Caner olup olmadığını sorgulamazken şimdi ona şunu sordum: “Ya ismin gerçekten Birdal değilse, yani kandırıyorsan beni?” Kandırıp kandırmaması mı umurumdaydı yoksa şu ana kadar bana yalan söylediğine ihtimal vermezken, başka bir yalana kapı açar diye mi bilmiyorum adının Birdal olduğuna da inanmadım. Hep böyle olurdu. İnsanlara sonsuz güvenirdim. Ama güvenim kırıldığında da söyledikleri dört+dört=sekiz bile yalan gelirdi. Hem kimin adı Birdal olabilirdi ki? O kadar inanmaz bakmıştım ki ona, neredeyse kimliğini gösterecekti ya da göstermişti (bunu hiç hatırlamıyorum, neredeyse yirmi yıl geçmiş o günden) belki o da yalandı bilmiyorum. Arkadaş çevremizde kimseye gerçek adını söylememişti. Ya dedim ben de sana onların yanında yanlışlıkla Birdal dersem? “İnanmaz ki kimse.” dedi. Doğru söylüyordu gerçekten, onun ismi Caner’di, kimse inanmazdı. Kim birinin adının Birdal olduğunu inanırdı ki, hele bunca zamandır Caner iken ve Caner adlı birine bu kadar benzerken? (Caner adlı biri nasıl olurdu kji sahiden?) Ama yine de gerçek adının Birdal olduğunu söylesem bana da inanırlardı. Dedim bana gerçek ismini söyledin? Herkes seni Caner diye biliyor, bundan sonra seni Birdal olarak bilmemi neden istedin? “Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum.” dedi. “Neyse! Birdal tanıştığıma memnun oldum." Başka yalanın var mı? Belki de şu ana kadar tanıdığım Caner’den bambaşka birisin. Ne sakladın başka?” dedim. “Hiçbir şey yok başka.” dedi. “Peki.” dedim. Ayrıldık. Eve gittim. Yemek yedim, uyudum, uyandım. Rüyamda Birdal’ın bana aşık olduğunu gördüm. Ama Caner mi aşıktı, Birdal mı bilmiyorum. Ama rüyamdaki kişiye Birdal diyordum. Uyandım. Bir mesaj geldi. “Buluşalım mı” diye soran bir mesaj. Mesajda Caner. Henüz telefonumdaki Caner ismini Birdal ile değiştirmemiştim, değiştirmeli miydim bilmiyorum. Çünkü diğer insanlar bilmiyordu onun Birdal olduğunu, onlar için Caner kalmaya devam edecekti. “Buluşalım, nerede?” yazdım. “Pera’da” dedi. Pera’yı ben de o da severdik. “Kahvaltı?” yazdım. “Yok, kahvaltı yapmayacağım.” yazdı. Kahvaltıyı sevmezdi. Buluştuk. İki kahve almıştı. Ben de kahvaltı yapmayı unuttum. Kimi insan derde düşünce yemeğe sarar, kimisi unutur. Ben ikinci gruptandım sanırım ya da sadece şu an hiç yemek yeme zamanı değildi. Zaten kahvaltıyla ilişkim de yoktan ibaretti. “Pasta ister misin?” diye sordu. “Sabah sabah mı?” dedim. “Ne fark eder ki? On beş dakika sonra gelecek sufle siparişini verdi. Sabah tatlı yememiştim ya da yemiştim bilmiyorum. Yiyeceklere öncelik sırasını kim verdi bilmiyorum. Sabah şu yenmez, akşam bu yenmez. Baklavayı çorbadan önce yemek neden suç olurdu anlamıyorum. Kahvaltımızı kahve ve sufleyle yaptık. Küçük gözlerini kısarak “Aslında en iyi sufle sizin evde.” dedi. Gülümsedi, gözleri iyicene küçülmüş, gözükmüyordu. Yine güneş gözlüğü takmamıştı. “Rüyamda seni gördüm.”dedim. “Öyle mi, ben de.” dedi. Herkes işe gidiyordu. Kepenk sesleri, insanların adımları, güneşin kemiklerimizi ısıttığı bir an kalp atışını hissettim. Dizlerimiz çarpacak kadar yakın oturuyorduk birbirimize. “Gerçi rüya mıydı, gerçek miydi bilmiyorum. Sana söyleyeceklerimin hepsini rüyamda söyledim. O kadar gerçekti ki uyandığımda yanımda uyuyorsun sandım. Yalnız olduğumu görünce, bugün o gün dedim.” dedi. “Hangi gün?” diye sordum. “Pazartesi, işte." dedi. gülümseyerek. Dizine çarptım bilerek. Gözlerimin içine baktı. Gözlerinin kahverengi kısmında kendi yansımamı gördüm, öyle de parlaktı. Güneş gözlüklerimi çıkardı. “Seni seviyorum.”dedi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not