Şarkı mesafesi

 

“Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.”

Nazım Hikmet Ran

 

 

 

Buradan İstanbul kaç şarkı mesafesinde bilmiyorum. Belki elli dört. Yeterince vaktimiz var yıllar sonra yeniden konuşmak için. Yoldayız, yalnızız ve gidilmesi gereken dörtyüzkırkiki kilometre yol ve konuşulması gereken geride kalmış on iki yıl var.  Ben başlamayacağım. Benim başlamayacağımı o da biliyor. Bundan on iki yıl önce de çok iyi biliyordu, ders arasında “Çubuk kraker yer misin?” diye bir girişle başladığı konuşmayı bugün de o başlatacaktı. Bizim aramızdaki başlangıçlar ve bitişler ona aitti. Oysa ki ben de konuşkan biriydim. Ama onunla farklıydı. Bugün de ilk onun konuşmasını bekleyecektim. On iki yıl önce okula bir hafta geç başladığımda önceden tanıdığım arkadaşımın yanına en ön sıraya oturacak ve aslında o gelip ilk sorusunu sorana kadar burnunun biraz önüne gelen gözlüklerini, yamuk gülümsemesini, gömleğinin cebine koyduğu kalemi fark etmeyecektim. Hatta belki arkadaşım göz kırpıp bizi yakıştırmasa ona hiç âşık olmayacaktım. Öyle miydi acaba? Yoksa bunu gömüldüğüm koltukta kendimce uyduruyor muydum? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey vardı. İlk aşkım oydu: Mehmet. Şimdi sakince yanımda arabayı sürüyordu. Saçları beyazlamış, biraz dökülmüştü, gözlerinin numarası da ilerlemiş miydi acaba, gözlerini kısmaktan kaz ayakları derinleşmişti. Gözlerini kısarak güldüğünde mi ilk fark etmiştim ona âşık olduğumu? Yoksa otobüste giderken aynı kulaklıkla sevdiğim bir şarkıyı defalarca kez dinlediğim gün mü? Yoksa beni dinlediği, başıyla onayladığı, arkamdan sarıldığı gün mü âşık olmuştum ona? Hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey onun da o vakitlerde başkasına âşık olduğu. Bu aşkı da Sezen haber vermişti, başkasına aşıkmış demişti -kahve içelim der gibi bir rahatlıkla- bir zamanlar yakışıyorsunuz diyen arkadaşım. Sınıftaydık. Gözlerim tahtadaydı. Ders Geometri’ydi, hoca açıortayla soruyu çözerken onu gördüm, âşık olduğu kız da yanındaydı. Mehmet beni görmedi (yıllar sonra gördüğünü, fark ettiğini söyleyecekti, ama bence görmedi). Zil çaldı. Arada kantine çıktık Sezen’le. Sezen beni teselli etmek için bir şey diyecekti ki ben ağlamaya başladım. Üzerimde kot ceket vardı. Ama nasıl ağlıyorum, Sezen sarıldı, susturamıyorum kendimi. Oysa ki ben bilirdim sessizce ağlamayı. Neyse ki kantine gelip beni gören olmadı. Yüzümü yıkadım, tabii kıpkırmızı gözler düzelmedi. Ama o görmedi. O zamanlar gözünün görebileceği bir alanda değildim. Sonra ne oldu? Ayrıldılar. Hem de çok kısa bir zaman sonra, hem de ilginçtir ki kız ayrıldı ondan.

 

Şarkıyı değiştirdi Mehmet. 

Ah, küçücük gemi, sulara attın şimdi, kendini, delisin. Ah, yakarlar seni, dönmezsin bir daha geri, delisin. Ah, peşimde rüzgâr ne yağmurlar dost, ne bir kıyı var, deliyim. Ah düşlerim kaldı, yalnızım, düşlerim kaldı, deliyim.” diye başladı şarkı. Bana baktı.

 

-Hatırlıyor musun bu şarkıyı?

-Evet.

-Hiç cevap yazmadın, aradığım zaman da kaçtın. Şimdi yalnızız. Söyle bakalım nasılsın?

-İyiyim. Sen nasılsın?

-Bu kadar mı Aylin? İyi? On yıldır görmedik birbirimizi, Sena’nın düğünü olmasa belki bir daha görmeyecektik bile birbirimizi. Bu kadar mı?

 

Dedim ya o başlayacaktı. O kızdan ayrıldıktan birkaç ay sonra saçlarıma dokunup “Biz olabiliriz” ne dersin diyecekti. O başlatacaktı aramızdaki tüm oyunları. Ben Mehmet’e o kadar zaman önce âşık olmuştum ki, onun bu sorusuna verebileceğim cevapları hazırlayacak çok vaktim olmuştu. Her gece yatmadan önce kendi kendime konuşurdum, bazen de tek başına yürüdüğüm köprünün üzerinde kulaklıklarım kulağımdayken, insanlar beni deli sanmazdı böylece. Hiçbir şey diyemedim. Böyle sorabileceğini hiç düşünememiştim. On altı yaşındaydık. Öyle ki sadece hayallerimde âşık oluyordu Mehmet bana. Gerçek olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ama oldu. Âşık oldu mu bilmiyorum, ama beraber olmayı o istedi. Olduk. İlk ona sarıldım, içimdeki karıncaları susturup ilk defa o öptü beni. Saçlarıma dokunduğu gün beynimden kalbime, içimden dışa giden bir kıpırdanmanın olduğunu ilk defa onunla hissettim. Mehmet ne düşündü bilmiyorum. Âşık olduğumu anlayıp Aylin de bana aşık, beraber olabiliriz mi dedi. Yoksa gerçekten biraz olsun sevdi mi bilmiyorum. Ama bu hayal bitti. Hem de sebebini yıllar sonra bile anlayamadığım bir mantıksızlıkla. Mehmet bitirdi. Dedim ya başlangıçları ve bitişleri Mehmet yapacaktı. İkimizin arasındaki sessiz ve yazısız bir anlaşmaydı bu sanki.

 

Birbirimizi belki bir daha göremeyecektik demişti Mehmet. Haklıydı. Ben iki ay sonra İtalya’ya gidecektim. Ne zaman döneceğim belli değildi. İtalya’ya gideceğimi de Sena’dan öğrenmişti zaten. Çünkü biz yıllardır bir araya gelmiyorduk.

 

Ayrıldıktan üç yıl sonra karşılaştık. Hem de aynı otobüste. Mehmet’i görmezden gelmiştim. Müzik dinlerken beni göremeyeceğini mi düşündüm bilmiyorum. Yakın bir durak olsa inecektim, ama otobüs çoktan anayola girmişti ve benim yedi kat yere geçmem ya da görünmezlik iksiri içmem gibi yöntemler harici ona görünmemem mümkün değildi. Beni görmüş. Ama yanıma gelmedi. O kadar görmek istemediğimi belli etmişim ki eve vardığımda yazdı. “Beni gördün ama görmek istemedin.” dedi. Cevap yazmak istedim. Başta “Görmedim” yazdım, olmaz, görmemem imkansızdı, sildim. “Gördüm, ama konuşmak istemedim.” Yazdım yine sildim. “Gördüm.” yazdım, sadece gördüm. Bir daha âşık olmayacaktım, o zehri tekrar içip kendimi tüketmeyecektim. Üniversiteye başlayalı iki yıl olmuştu ve ona tekrar kapıyı açmayacaktım. “Ben seni tekrar gördüm Aylin, gelmek istedim, ama tüm kapılarını kapatmıştın” yazdı. Öncesinde de defalarca kez yazmıştı. Ama giden oydu. Ne gitmesi mantıklıydı ne de gelmesi. Hiçbir şey yazmadım. Defalarca okudum yazdığını, ezberledim. Yine aklımda bir sürü cevap kurguladım. Kimisinde ona kızıyordum, kimisinde hiçbir şey yazmadan onu silip engelliyordum, kimisinde benim için artık hiçbir şey ifade etmediğine dair bir şeyler yazıyordum. Ne mi oldu? Hiçbir şey yazmadım. Sildim yazdığını, numarasını. Ama okulun yakınlarında yolda karşılaştık. Bu defa görmezden gelmem, hele ki o kısık gözlerle bana bakarken mümkün değildi. Zaten o da gözlerime bakıp “AYLİN” dedi. Çok soğuktu, üşümüştüm. Otobüs durağına yürüyordum. Beraber yürüdük. Kalbim sıkışıyordu. Onun nerede okuduğunu, nerede olduğunu biliyordum, ortak arkadaşlarımız vardı. Soracak hiçbir şey bulamıyordum. Belki soğuktan, belki aramızdaki sessizlikten otobüs durağına yürüdüğümüz mesafe çok uzun geldi, oysa ki sadece bir şarkı mesafesindeydi. Otobüs durağına vardığımızda ellerim titriyordu. Isıtmaya çalıştığım ellerimi fark etti Mehmet. Ellerimi avuçlarının arasına aldı. Yine sıcacıktı elleri. Çekemedim ellerimi geri. İçimden bir şey aktı. Hayır âşık olmayacaktım. Mantıklıydım ve zaten unutmuştum onu. Üç yıl geçmişti. İçimdeki tüm sesleri, kalbimi susturdum. Otobüs geldi. Elimi çektim, aynı semtte oturuyorduk, aynı otobüse bindik. Yer yoktu. Okulundan bahsetti, derslerin zorluğundan, spordan, şarkılardan. Ben dinliyordum. Arada ben de okulu anlattım, alıştım dedim. İnsan her şeye alışıyor dedim. Ellerim hâlâ buz gibiydi. Yine ellerime dokundu, geri çekmedim, aslında çekemedim. İçimden bir ses ne yapıyorsun diyordu ama ellerim o sıcacık avuçta uzunca bir süre daha kalmak istiyordu. İçimdeki sesi değil ellerimi dinledim. Bir süre sonra parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Yine ellerim sustu. Ben de sustum. O gün ayrıldık. Sonraki gün yine başladık. Mehmet başladı. “Birisi var mı hayatında?” diye sordu. Olsa acaba ne diyecekti ya da olmadığı halde var deseydim. “Yok.” dedim. “Peki ben olayım mı hayatında?” dedi. Evet dedim. İlki kadar çabuk ikna olmasam da gözlüklerini çıkartıp gözlerime baktığı ilk anda içimden evet demiştim. Birkaç gün sonra da Mehmet duymuştu “Evet”i. SonraMehmet Ankara’ya gitti. Biz devam edemedik. Doğrusu o devam edemedi. Beni bırakacağını düşündüğüm an ben bitirdim. Bir daha Mehmet bitirmeyecekti. Yıllardır kimseye güvenememe sebep olan gidişini bu sefer yapamayacaktı. 

 

-Ne duymak istersin Mehmet? 

-Yolumuz uzun Aylin. Kiminle gidiyorsun İtalya’ya? Aşık mısın? Anlatsana hadi. 

 

Mehmet’e baktım. Dalga mı geçiyordu, ciddi miydi? Yola bakıyordu. Ne düşündüğünü tam anlayamadım. Ama dalga geçmiyordu en azından. Âşık olmuş muydum Mehmet’ten sonra? Umut’u çok sevmiştim, ama âşık olmuş muydum ona? Ya Yıldırım’a? Ya şimdi İtalya’ya beraber gittiğim Erinç’e. Diğerlerinden emin değildim. Ama Erinç’e âşık olmuştum. Hatta yıllar sonra Mehmet’i gördüğümde ne bir sinir, ne mutluluk, ne de bir heyecan hissetmeyecek kadar. Sadece beni on yıl öncesine götürmüştü Mehmet, düğün yemeğinde aynı masada karşılıklı otururken ve o biraz alkol alıp gözlüklerini çıkartıp bana yine aynı kısık gözlerle ve gülümsemeyle bakmasına rağmen.

 

-Erinç’le gidiyorum Mehmet ve evet âşık oldum.

-Öyle mi? Ben hiç âşık olmadım. Yani senden sonra.

 

Bana âşık olduğunu da sanmıyordum. Başkalarına âşık olup olmaması da artık umurumda değildi. 

 

Kaçıncı şarkı çalıyordu bilmiyorum. Ama İstanbul’a varmamıza dört saat kalmıştı. Beraber dönmeyi, bu kadar yolu yalnız geçirmeyi istememiştim. Ama hava şartlarından dolayı tüm uçuşlar iptal edilmişti. İstanbul’daki bir sonraki gün toplantıma yetişmek zorunda olduğumdan ve Mehmet’ten başka hiçbir kimsenin İstanbul’a dönmeyecek olmamasından dolayı beraber dönüyorduk. Mehmet en başında beraber dönmeyi teklif ettiğinde tabi ki kabul etmeyecektim. Erinç’i aldatıyor gibi hissediyordum. Erinç Mehmet diye birinin varlığından haberdardı, ama ismini bilmiyordu, sormamıştı da.  Hiçbir çarem kalmadığında Sena alt tarafı beş saat yol demişti. Hemen geçer, olmadı uyursun demişti. Ama uyuyamamıştım. 

 

Mehmet cebinden cüzdanını çıkardı. Cüzdanından fotoğrafı. On altı yaşındaki Aylin gülümsüyordu fotoğrafta. Saçlarım uzundu. Mehmet’e fotoğrafı verdiğim günü çok iyi hatırlıyordum. Ama bilmediğim bir şey vardı: İkinci kez yeniden başladığımızda bile onda olmadığından emin olduğum fotoğrafı yıllardır sakladığı. Gülümsedim. “Ne kadar küçüğüm.”dedim. 

 

-Ankara’ya geldiğimden beri dört kez taşındım, bir kez de İstanbul’daki aile evinden. Eşyalarımı her topladığımda fotoğrafın buldu beni. Bazen bir kitabın arasında, bazen bir defterin. Bir sürü şeyi çıkardım taşındıkça hayatımdan ama fotoğrafın bırakmadı beni. Senden kalan tek dokunabildiğim şey bu biliyor musun?  Bir kız arkadaşım eşyalarımı karıştırırken bulmuş fotoğrafını. Kim deyince, anlattım. Bıraktı beni. Unutamamakla suçladı. Ama ben seni unutmuştum. Yıllar geçmişti ve “Mehmet bir daha biz olamayız.” demiştin. Aramamıştım, aramamıştın. Unutmuştum.

 

Dinlemek istemiyordum Mehmet’i. Bence Sena’yı dinleyip uyumalıydım. İnanılmaz midem bulanıyordu. Konuşmak istemiyordum. Araba dursun da istemiyordum. Ama mecbur “Dur Mehmet, kusacağım” dedim. Kustum. Hep böyle olurdu. Zamanın geçip bitmesini düşlediğim anlarda o zamanı kendi elimle durdururdum. Bazen bir mide bulantısıyla, bazen bir ağlamayla, bazen bir sessizlikle. “İyi misin Aylin, suratın bembeyaz oldu, tuvalete gidelim, yüzünü yıka." dedi.  İyi değildim. Aynaya bakmadan suratımın bembeyaz ve dokunmadan buz gibi olduğunu hissedecek kadar iyi biliyordum bu anı. Tuvalete gittik, kadınların gözü Mehmet’te, Mehmet suyu açtı, elleriyle yüzümü yıkadı. Bunu bir kez, iki kez, üç kez yaptı. Dördüncü kez suyu kapatıp, ellerini yüzümde tuttu. Bir an orada uyumak istedim. Hayır on altı yaşında değildim. Hayır Mehmet’e artık aşık da değildim. Ama onun o an avuçları arasında uyumak istedim. Bir anda kendime gelip yüzümü peçeteyle silip arabaya geçtim. Mehmet durduğumuz benzinciden gazoz alıp direksiyon koltuğuna oturdu. Öncesinde de böyle kustuğum zamanları hatırlıyor olmalıydı. Gazozu içtikten sonra daha iyi oldum.

 

-Şimdi nasılsın? İyi misin? 

-İyiyim Mehmet.

-Devam edeyim mi? Yolumuz uzun.

 

Dediklerini duymak istiyor muydum bilmiyorum. 

-Devam et, dinliyorum.

-Unutamamışım Aylin. Fotoğrafını sakladığıma şaşırmıyorsun değil mi? Sena senden bahsettiğinde kalbimden geçen serinlikleri hep görmezden gelmişim. Dün seni yıllar sonra gördüğümde ilk gördüğüm günü hatırladım. Sınıfa geç gelmiştin. Seni görmüştüm. Uzun saçların, kahverengi bir çantan vardı. En öne oturmuştun. Beni göremezdin. Seninle tanışmak için tek şansım çubuk kraker teklif etmekti. Gözlerinin parlaklığını o gün fark ettim. Ben sana o gün âşık oldum Aylin.

 

-Öyle mi?

 Bana âşık olduysan neden başkasına sarıldın diye sormak istedim. Ama sormadım. Hiçbir şey duymak istemiyordum.

-Sen beni sevmiyorsun diye düşündüm. Beni seven biriyle…

-Tamam, Mehmet.

-Sana aşıktım. Sonra senin de âşık olduğunu anladım.

-Mehmet.

-Unuttun mu? 

-Mehmet hatırlamak istemiyorum. Anlıyor musun?

 

Üç buçuk saat kalmıştı. Üç buçuk saat için kaç şarkı geçmesi gerekiyordu. İstanbul’a varmak oturup Erinç’le bir kahve içmek, belki biraz ağlamak, sarılıp uyumak istiyordum.

 

-Anlıyorum.

 

Uyudum. İlk önce Mehmet’e uyumama inandırmak için gözlerimi kırpmadan başımı sağa dayadım. Sonrasında ise uyumuşum. Mehmet İstanbul’a vardığımızda uyandırdı. 

 

-Evinin yolunu tarif etmen gerek artık. Buradan sonrasını bilmiyorum.

 

Mehmet’e yolu sahilden tarif ettim. Onunla da geldiğimiz sokaklar, caddeler hızlıca geçiyordu yanımızdan. Eve vardık. Kafamı kaldırdım, pencerede Erinç beni bekliyordu.

 

-Teşekkür ederim, Mehmet. Kendine iyi bak.

Kafasını o da yukarı kaldırdı. Erinç’i görünce kafasını salladı, gülümsedi.

-Aylin. Aşık mısın, peki ya o?

-Evet, Mehmet, evet.

-Peki. 

 

Son kez tokalaştık. Erinç sarıldığımızı, hatta bu sarılmamızın uzun sürdüğünü söylüyor. Ama ben hatırlayamıyorum. 

 

Ayrıldık.

 

Saat gece dörttü. Mehmet arabaya bindi. Torpidodaki on altı yaşındaki Aylin’i cüzdanına koydu. Hangi eve onunla beraber gidecekti bilmiyorum. Ona el salladım ve ilk ışıklardan sola dönüşünü gördükten sonra yukarı çıktım. 

 

Kapıda Erinç beni bekliyordu.

 

“Hoş geldin.” dedi. Sarıldık, beni öptü. Dudakları sımsıcaktı. Bir kahve içtik. Sonra beni kucağına aldı, yatağa yatırdı.

 

Sarıldık.

Uyuduk.

Zaman durdu.

 

 

Floransa, 2021

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not