Başka bir enlemde

Biliyordum. 

Bir gün bu şehirden kilometrelerce uzağa gideceğimi, yine pişman olmaktan korkacağımı, burnumda bir sızıyla telaşını değil denizini, mavisini, havasını her an hatırlayacağımı ve o şarkının her an beynimde çalacağını biliyordum. Burada başka bir meridyende, yemyeşil bir parkta oturmuş içimde susmayan o sarkıyı susturmaya, doğanın sesini duymaya çalışıyorum. Özlemek apansız bir duygu. Öyle markette Türk kahvesi gördüğünde, yan sokağa en sevdiğin arkadaşınla adaş bir Türk taşındığında ya da seni anlayacak, dinleyecek omzun çok uzaklarda olduğunu hatırlayınca bastıran bir sancı özlemek. Geride bıraktığın her şeyi anneni, babanı, kardeşini, dostunu, kitaplarını, Pera'da günbatımını, İTÜ’nün taş zeminindeki adımlarını, baklavayı, Büyikada'da sabaha uyanmayı Çemberlitaş Aksaray arası yürüyen küçük adımları özlemek, hem de gece bile olmadan bir öğlen molasında. Diğer gidenler peki? Onlar da huzurlu sokaklarda, sakin zamanlarda o karmaşayı, hep koşturan İstanbul’u özlüyorlar mıdır? Burada bu bankta oturmuş bunu düşünüyorum. Oysa ki papatyalara bahar gelmiş, kuşlar hemen ağacın üzerinden uçuvermiş, daha biraz önce en güzel kahveyi arkadaşım getirmiş. Benim düşündüğüm geçmek bilmeyen özlem. Bu korkuyla yıllarca ertelemiştim aklımdaki “gitmek” eylemini. Bazıları içinse çok kolay gitmek. Çünkü özlem onlar için yalnızca bir özel isim. Benim aklımda uzun yazlık yürüyüşleri, ailem, arkadaşlarım, tadını çoktan yitirmiş olsa da tüm güzelliği ve maviliğiyle arkadan kulağıma fısıldayan İstanbul. Gitmeye ilk karar verdiğimiz gün en yakın arkadaşıma sormuştum.

-Biz gidersek üzülür müsün?

-Pınar, evet… Yakın yere gidin.


Yer yakın mı uzak mı bilmiyorum. 

Bildiğim tek şey var. O gün gitmekten başka çare bırakmayan adaletsiz zaman bugün tüm hızılya bıraktığımız yeri kirletmeye devam ediyor tüm çirkinliğiyle. Ne zaman gözlerim dolsa İstanbul’dan kilometrelerce uzak bu şehirde İstanbul’un zaten artık eskisi gibi olmadığı, hatırladığım anların çok uzakta kaldığını hatırlatıyorum kendime. Hem sevdiklerim bazen bir telefon, bazen de yalnızca bir uçak mesafesinde. Yine de bitmeyen o şarkı. 

“Havasına suyuna taşına toprağına

Bir can feda bir tek dostuma

Her köşesi cennetim ezilir yanar içim

Bir başkadır benim memleketim.”

Biliyordum.

Bir gün bu şehirden kilometrelerce uzaktata, bitmeyen pişmanlıklarım ve o ince sızıyla bu deftere yıllardır benimle gezen dolmakalemimle bu satırları yazacağımı,

çok ama çok iyi biliyordum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not