Umut

Saçlarımı kestirdim. Uçlarına dokunuyorum, dümdüz ve sert. Yastığın üzerinde azıcık bir saç. En son ilkokulda yaşamıştım bu hissi.

Uyumuşum. Sabah olmuş sonra. Her gün olduğu gibi bugün de uyandıramamış alarm beni. Yine koşarak hazırlanıyorum. İnsan çalışmaya alışamıyor. Alışsın istemiyor zaten kimse. O yüzden o takım elbiseler, dar etekler, topuklu ayakkabılar, kravatlar. Rahatsız ol ki hiç iyi hissetme. Rahat olma ki o kıyafetlerin içinde; bedenin, ruhun bile bilsin sıkıntını, hemen kaçmak istesin saati gelince, bu spot ışıklı hapishaneden. Arabaya binerken 'dün' geliyor aklıma. Önümde yağmurlu bir gün. Çocukken ne çok severdim ıslanmayı, yağmurda yürümeyi. Artık yağmuru göremiyorum, kalbim hayallerimi silerken yağmurumu da götürmüş, sinizüt belasını sokmuş beynime. Çekilmez bir trafik, çekilmez bir İstanbul. Radyoda ne dediğini bilmeyen bir adam. Zaten dinlediğim de yok. İçimdeki deliyi duymamak için açmışım sesini. Susmuyor ama içimdeki.

"Saçlarınız kirli mi?" "Evet kirli." "Aslında yıkamamıza gerek yokmuş." Duymazdan geliyorum söylediğini. Zaten yavaşça söylenmiş bir cümleyi saç kurutma makinelerinin, son ses müziğin ve bir sürü kadın sesi korosunun içinde benden başkasının duyması imkansız. Zaman o anda, suyun saçlarıma deyip dokunmasında duruyor. Gün ortasında uykum geliyor. İşi, yetiştirmem gereken çok gerekli, sıkıcı bütün evrakları unutuyorum.

Aynanın karşısındayım. Gözlerimin altı yorgun. Kimi zaman çalışmaktan unuttuğumu fark ediyorum. Bazen çok sevdiğim bir insanın doğumgününü, bazen ise hastane randevumu. Önceleri işle ilgili unutmamak için notlar alırken, şimdi kendimle ilgili notlar alıyorum. Profesyonellik böyle bir hastalık. Aynada ben. Kuaför soruyor, nasıl olsun saçların? Ona duymak istediği bir cevap veriyorum. Kısa olsun. Aynadan bakarak ensemin hizasını gösteriyorum. Tamam anlamında başını sallıyor. Kuaförler sever uzun saçtan kısa saça gidilen kısa yolu. Mutlu olduğunu elinin hareketlerinden anlıyorum. Profesyonel, ama acemilik heyecanı var hâlâ makasında. Saçlarım yavaşça dökülüyor, boynuma bağladıkları örtünün üzerine. Yere düşüyor sonra saçlarım. Sen düşüyorsun.

Saçlarımı kestirdim dün. On beş yıl sonra ilk kez. Kuaför sormadı. Bu güzel saçlarına kıyamam ile başlayan bir cümle kurmadı. Ben de konuşmadım. Kimseye söylemedim saçlarımı kestireceğimi. Kim bilebilirdi ki sadece saçlarımı terk etmediğimi. Dün seninle konuşurken her sabah benimle uyanan, benimle koşan umudumun beni bıraktığını gördüm. Hem de öyle koşarak değil yavaş yavaş. Biz olamayız diyordun, özenle yaptığım kahveyi içerken. Ellerin sakin. Aslında biliyorum epeydir, bizle ilgili hiç konuşmamandan anlıyorum. Ama söze dökülmeyince anlamıyor kalp; artık biz'in sen ve ben olduğunu. İki elimle tutuyorum kahve fincanını, ellerimin titrediğini görmenden korkuyorum. Ben de vazgeçmiştim senden diyorum. Gözlerimden uzakta kalbin. Yavaş yavaş konuşuyorsun. Sen planlısın. Sabah her zaman yarım saat önce kalkıp hazırlanırsın. Söyleyeceklerini ezberlemişsin. Sırayla söylüyorsun, hatasız, belki de kaç dakika süreceğini bile biliyorsun, belki de benimle konuşmadan önce tiyatrocular gibi aynanın önünde prova yaptın birkaç kez. Önümde dümdüz konuşuyorsun. Ben de diyorum, artık sevmiyorum. Kalbim atmıyor. Aklıma gelen her şeyi soruyorum. Ama seviyorum demiyorum. Oysa deli kardeşim benim yerimde olsa seni öldürürdü ya da seni seviyorum diye bağırır, tokat atardı. Ben haklısın, diyorum, sadece haklısın. Israr etmiyorum. Hissettiğimi söylemiyorum.

Gidiyorsun. Kapıya kadar geçirmiyorum seni ilk kez. Pencereden bakıyorum. Adımların kararlı. Ne kadar bilsen de bittiğini söylenmeyince bilmiyor "umut" senin gittiğini. Çarpıyor hâlâ kalbinde. İçinden gitmiyor.

Saçlarım gidiyor, kısacık kalıyor, ensem üşüyor. Bir sonbahar akşamı, adımlarım yavaş. Metroya doğru yürüyorum, yağmur yağıyor. Islanıyor kısacık saçlarım. Yolda, merdivende herkes sen gibi. Suratlar karışıyor gözümün önünde. Sonra metroya biniyorum. Biraz uzağımda biri, aynı sen, dönünce o gözlerin; seni ilk gördüğüm günkü gibi küçücük. Delirmekten korkuyorum. Yanıma yaklaşıyorsun. Sensin, hayal değil. Ben saçlarım gibi gideceksin sanıyorum. Sanki hiç görmeyeceğim seni. Ama tesadüf kötü. "Saçların" diyorsun sadece. Gülüyorum, senin gibi gittiler diyorum. Bu kadar kolay söyleyebilmeme şaşırıyorsun, biliyorum Umut. Görüşürüz diyorum metrodan inerken, ağız alışkanlığıyla.

Radyoda adam konuşmasına sonunda bir ara veriyor. Belki tek dinleyeni benim. Yol önümde uzayıp gidiyor. Pencereyi açıyorum, kısacık saçlarımın açık bıraktığı ensem üşüyor. Radyocu bir şarkı çalıyor, benim bildiğim, senin unuttuğun bir şarkıyı; "öyle sevdik seni"yi... Saçlarım gidince içimdekinin de gidebileceğini sanıyor bedenim. Umudum bile gitmişken gitmiyorsun. Gittiğini gördüğüm halde bile bırakmıyor içimdeki. Bırakmıyor. Ben olmasam eğer, yani ben bir başkası olsaydım eğer arar söylerdim kalbimdekini, seni hâlâ ilk günkü sevdiğimi Umut.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not