Kırk ikinci basamak

Arkamda duvar. Dünyanın üzerimde döndüğü, zamanın olmadığı bir yer burası. Kaçık bakışlarıyla terk edilenler, terk edenler var sadece. Bazen başımı ellerimin arasına alıp oturuyorum önümdeki koltuğa. Bazen resim yapıyorum, güçsüz çizgilerimle. Beceriksiz olmama gülüyorum sonra. Bahçenin ortasında bir kare var, çimi daha bir koyu sanki oranın, belki orası bir havuz olacaktı, ama sonradan vazgeçilmiş olmalı. Hafızam bu tür havuzların yuvarlak olduğunu hatırlatsa da oranın vazgeçilmiş bir havuz yeri olduğu hakkındaki düşüncem hiç değişmedi. Karenin etrafında dolanır, yavaşça sınır çizgilerine basar ayaklarımı izlerdim saatlerce. O zamanlar ayakkabıdan habersiz olmalıyım. O kare beni bazen içine çeker, ortasında saatlerce oturur, sanki bir şarkı dinliyormuş gibi uzağa bakardım hep. Bazen biri olurdu karşımda. Kendimle konuşmaya o günlerde başlamıştım sanırım. Ağacın altına yastığımı koyup tam da olmayacak bir zamanda uykuya dalardım. Uykumun ortasında bisikletli bir çocuk geçerdi önümden. Uyandığımda rüyaya mı alışmak gerek, gerçeğe mi anlayamaz, sadece yastığın yeşil olmasına güler, geçerdim. O zamanlar alışmaya çalışıyordum. İstemesek de içimizdeki öyle yapıyordu. Alışmalıydık. Yanımdaki adam gözlüklerini indirip yavaşça gülümserdi bazen bana. “İsmin ne?” diye sorardı sürekli. Bu yüzden onun salak olduğunu düşünürdüm. Bana bakıp gülümsediğinde mutlaka gözlüğünü çıkarırdı. Bazen onla saatlerce otururduk, ben bakışlarımı kareye çevirip, öğrendiğim tek şarkıyı defalarca içimden söylerdim. Onun nereye baktığını bilmem, ona bakmazdım ben. Onun yanımda olduğu bazen aklıma gelir, bazen de onu unutup giderdim yanından.

Odam yeşil. Tavanda iki lambayla aydınlatılmış geniş bir oda. Sabahları güneş gözümün içinde doğar sanki bazen. Dört penceresinden gün gözükür, yıldız gözükür, ay gözükür. Bazen pencerenin önünde saatlerce ayakta durup dışarı bakardım. Karşımdaki binanın benim odamla aynı kattaki tek penceresine odaklanır, bakışlarımı oradan hiç ayırmazdım. Neye baktığımı anlamak için düşünüp dururdum. Yine o adam bazen sırtıma dokunarak beni yatağa oturtturur, durmaz bir şarkı açardı, yani ben uyuyana kadar bitmezdi. Su içip uyurdum sonra. O şarkıdan sonra suyun tadı bir garip olurdu zaten. Karşımdaki masayı ikiye bölmüştüm. Yarısında resim yapıp diğer yarısında yazıyordum. Boyalarla konuşurdum bazen. Yazmak tuhaftı. Yazarken elim titrerdi. Sözcüklerim benden ayrıldığından olsa gerek yazdıktan sonra tüm enerjim bitmiş gibi olurdu. Suratım aynada beyazlaşır, masanın üzerinde uyuyakalırdım. Yazmak tuhaftı. Dikdörtgene benzeyen bir şekil çizip siyaha boyardım onu. O adam gelip resimlerime bakmak istediğinde bazen göstermezdim ona. Gösterdiğimde anlatmamı isterdi çünkü. Resmimi anlamsız hissettiğimden başka şeyler anlatırdım ona. Bir gün dikdörtgenli resimlerime bakarken gördüm onu. Dolabımın alt köşesine saklamıştım oysa. Onlara bakarken onu gördüğümde, mahrem yeri görünmüş bir insan gibi utanmıştım. Beni fark ettiginde yine gozlugunu cikartip gulumsedi. Sinirlerim tamamen cekilmisti sanki. Yaklasti sonra, saclarima dokundu ilk defa. Uzundu saclarim. İcimden bir sey gecti, bir ruzgar, bir ses, bir adim. Arkama donup yatagima uzandim ardindan. Sonrasi karanlik. İsigi kapatip gitti o. Siyahti gozleri, simsiyah.

Bu merdiven mermerden mi? Binanin girisine uzanan merdivenleri sayardim bazen. Kirk ikiden sonra kafama bir sey takilir, saymayi unutup otururdum kirk ikinci basamaga. Bilmedigim baska bir yere gider, susardim, kirk ikinci basamagi severdim. Ustune bir kare cizip yesile boyamistim onu. Adam gelip yanima otururdu. Biz kirk ikinci basamakta oturup bulutlara bakardik. Ben bulutlarla ilgili sacma sacma seyler anlatirdim ona. Mantigimi kaybetmistim. Sonra susardik. Gozlugunu takmazdi bulutlara bakarken. Digerleri gibi degildi o. Arada bana cikolata getirirdi, sanirim en cok cikolatayi seviyordum.

Arkadaki boslugu kesfetmem cok zaman almadi. Ben digerlerinden farkliydim. Oyle dusunuyordum yani. Her insanin bir digerinden farkli oldugunu dusunmesi gibi basit degildi bu. Onlar surekli yuksek sesle konusup ayni seylerden bahsederlerdi. Ayni rengi, ayni sarkiyi, ayni filmleri, ayni kitaplari severlerdi. Bazen onlarla ayni seyi sevdigimi fark ettigimde, hemen bir baskasini severdim. Ayni bahcede, ayni koridorda, ayni binadaydik ama ben onlardan degildim. Arkadaki boslugu, bahcenin oraya giden kapisini acik unuttuklarinda fark ettim. Hep kapali, griden demir bir kapiydi. Bahcenin kaldirimi uzerinde gezinip icimden sarki soyledigim bir gundu yine. Kapiyi fark edince adimimi attim arkadaki bosluga. İceride mi disarida mi oldugumun bilincine varmadan, yeni bir yer kesfetmenin heyecaniyla etrafimi inceledim. Her sey eskiydi sanki. Sari bir bankin ayaklari curumus, birkac odun parcasi uzerine yigilmisti. Kucuk bir toprak parcasi vardi bankin saginda, karsisinda yamuk bir yukseklik, yuvarlak bir pencere... Orasi bir cennet gibi gozukmustu bana. Eskimis, tozlanmis, kirlenmis her sey oradaydi. Cennet diye bir tanimlamam yoktu zaten. Cennet insanin kendisini hissettigi yer olabilirdi belki ya da olmaliydi. Arkadaki bosluk –bu adi da ben koymustum- hem cizdigim, hem yazdigim bir yer oldu sonrasinda. Kapisi sadece benim icin acik olan bir yerdi, evet cennetimdi.

Yanimdaki odada yasli bir teyze kaliyordu, yaz kis demeden terlik giyerdi hep. Zar zor yurudugu halde her gun o merdivenden inip bahceye iner ayni banka otururdu. Ben de karenin ortasina oturup onu izlerdim. Bana baktiginda terliklerine bakardim. Onunla kendimi dunyanin merkezine koydugum hikâyelerimi anlatirdim ona. Seviyordum sanirim onu. Yasli ve suskundu. Kimsesi yoktu belki de. Ben vardim, o vardi, arkadaki bosluk ve kare vardi sadece. Keyfi yerindeyse eski sarkilardan soylerdi. Sesi guzel degildi, ama guzel soylerdi. Ona bakip gulerdim. Hep sigara ve cay icerdi. Bense hic sigara icmedim.

Diger yanimdaki odada yaslarimizin ayni oldugunu dusundugum bir kadin kaliyordu. Kadin kisa saclarini her seferinde bicimsiz keser, bana bazen gulumseyip bazen de kizardi. Ona hicbir sey demezdim, kizmazdim. Umurumda degildi cunku o. Eteklerini, perdeyi, sacini her seyi keserdi. Makasi elinden aldiklarinda yırtardı eteklerini, saçını yolduğunu bile görmüştüm. Deliydi. Umursamazdim onu.

`Artik kapi hep acik olacak senin için.` dedi o adam. Gozlugunu indirdi yine gulumsemek icin. Arkadaki bosluk benimdi artik. Ona sarildim sonrasinda. Siyah gozleri dolmus, bana bakiyordu adam. O da benim gibi digerlerinden farkliydi. Beyez giymiyordu digerleri gibi. Bana surekli adimi sormasina sinir olsam da seviyordum onu. Resimlerime bakıp hikâyeler anlatıyordum ona. Yazdiklarimi okuyup defterin bos biraktigim sol sayfalarini o dolduruyordu. Beraber oturup dakikalarca susuyorduk. Onun odasi koridorun sonundaydi. Bazen odasindaki sandalyeye oturup karsimdaki kitaplari izlerdim. O bana bakip suyu icmemi isterdi, sonra uyuyakalirdim. Buluttan hikâyelerimi anlatırdım ona. `Kare` haric her seyi biliyordu o. Gulumsediginde bile huzunlenen bakislarini uzerime diker saatlerce o beni, ben kareyi izlerdim. Dedim ya ona bakmazdim, bazen onu unutup giderdim bile. Ama o hep gelir, ismimi sorardi. Salakti sanirim biraz ya da unutkan. Benim fotografimi cektiginde anlamsizca gulerdim kadraja. En cok ben umrundaydim onun, digerlerine sadece `Nasilsin` diye sorardi. Bana bir de adimi ve hikâyelerimi sorardı. Digerlerinin adi umrunda mi degildi yoksa benim adimi mi unutuyordu bir turlu anlayamazdim. Sormazdim da.

Adim İdil benim, dedem koymus adimi.

Yorumlar

  1. her zamanki gibi yine beğendim :)
    kötü yönde eleştiremeyeceğim, eleştircek bi şey yok yalnız bir yerde "beyez" yazmışsın beyaz yazacağına o kadar :)

    kahramanın isminin "idil" olması bir adaşlık mı yoksa diğer projenin alt yapısından bir öykü mü onu çözemedim... sanki ayrı bir hikaye gibi geldi.

    öptüm.
    M.İ.

    YanıtlaSil
  2. Ayrı bir hikaye de. Ben bu yazdığını niye cevaplamamışım acaba?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not