Nereden gelip nereye gidiyoruz bilmiyorum.

Nereden gelip nereye gidiyoruz bilmiyorum.


Bunca zamanı içime devirip yazmak zor. Hep bir şeylerin eksik kaldığını, gittiğini bilerek yazmak özellikle. Düşünüyorum da çoğu zaman ben bile anlamıyorum söylediklerimi. Başkalarının okuyacağını, anlamaya çalışacağını ve hatta anlayacağını düşünmek saçma. İhtimallerle yaklaşıyorlar benim bile yaklaşamadığım bana. İnceliyorlar başta hasta vücudumu. Hasta olmaktan memnun bir halim var tüm hastalar gibi. Yavaşça uzanıyorum göğe. Gök dediğin mavi falan değil, gözünü açamayacağın kadar beyaz. Oturuyorum göğe ayaklarımı yere uzatıp. Dünya değil gördüğüm. Küçük binalar büyüyor gözümün önünde. Ben isimlerini sayıyorum şehirlerin, ülkelerin, bilmediğim nehirlerin, tanımadığım insanların. Hasta diyor adam, hasta bu. Şu odaya götürün diyorlar. Oda dedikleri de oda değil öyle. Belki bir bahçe olabilir. Uzun bir yol var, bembeyaz. Burada her şey beyaz. İnsan beyaz, hava beyaz, yer beyaz, duvarlar zaten hep beyaz. Oturuyorum. Onun ya da diğerlerinin ne dediği umurumda değil. Böyle bir düş var mı dünyada yaşayabileceğim? Kimseyi umursamadan, rahatça ellerimi uzatıp ayaklarımı dünyaya indirebileceğim bir yer var mı? Işıklar kapanmıyor. Gündüz hep istediğim gibi bir türlü bitmiyor. Bir nisan sabahında kalmış ayaklarım. Yeşil bir ayakkabım var. Yeşil ayakkabılarımı nasıl boyarım yahut nasıl kirlenir diye düşünmüyorum. Yanımda ne bir çanta, ne de bir kimlik var. Herkese farklı bir isim uyduruyorum. Yalan söylemiyorum. Konuşmak zorunda olmadığımı biliyorum orada. Konuşmak için ellerime, uzağa bakıp kelimeler aramıyorum. Konuşmak istediğimde yavaşça dokunuyor kelimeler sesime. Sesim ben gibi çıkıyor. Ne alçak, ne yüksek.


Bir umut var diyorum. Burada kalabilmek, hiç gitmemek için. Sevdiklerim yavaşça yürüyor önümden. Onlar da beni sevdi mi diye düşünmüyorum. Düşünüp takılmıyorum olmadık engellere. Uzak, yakın tüm fotoğraflar seriliyor göğün üstüne. Ben doğmamışım, ben küçüğüm, ben yürüyorum, ben annemleyim, ben abimle gülüyorum, ben oynuyorum, ben uyuyorum, ben okuyorum, ben yazıyorum, ben büyümüşüm, ben uçuyorum. Fotoğraflar renkli, ben beyaz. Kendimi çizmeye çalışıyorum yeniden. Silik bir ben çıkıyor. Kalem tutmayı unutmuş ellerim. Geriye çekilince saçlarım aşağı göğün küçük deliklerinden birine doğru uzanıyor. Uzun değil saçlarım, kısa da değiller sanırım.

Neyi beklediğimi bilmiyorum. Belki bir balıkçıyım her zaman olmak istediğim gibi. Onun kadar rahatım, oltamı elime almış. Balıkçılar rahat mıdır diye sorup kurcalamıyorum, ayaklarım bulutların üstündeyken. Oysa önceden olsa derdim ki; köprünün üstündeki balıkçılar kızgın ve huysuz, sürekli yer kapma, birbirleriyle takışma halindeler. Benim düşündüğüm balıkçılar gibiyim ben. Oltam elindeyken tüm derdimi, zamanı, her şeyi unutmuş, sadece ve sadece denizi, balıkları, martıları düşünen biriyim. Belki arada gemileri de düşünebilirim diye geçiriyorum içimden farkında olmadan.


Bir ses var biliyorum. Beni duyan ya dinleyen. Biri takip ediyor sürekli adımlarımı. Aslında ben bilmiyorum. Belki de bilmiyormuş gibi davranıyorum. Bakmıyorum o yöne. Belki o yönlerde çok fazla yorulduğumdandır. Bir umut, bir çıkış kapısı gitmek için bir ‘gel’, kalmak için bir ‘kal’ sesi arıyorum. Belki diyor izle-yici. Daha çok konuşabiliriz. Gök daha mavi olabilir mesela. Bulutların arasından ayaklarımı sarkıtıp gülüyorum ona. Yeşil ayakkabılarım garipliğime ağlıyor sonra. Belki diyorum kayabilirim beyaz’ın içinden, aşağıda ne olduğunu bildiğim halde. Bekliyorum diyor ses. Ben beklerken susuyor sonra o. Zamanı çarpıp günleri büyütüyor avucunda. Beklemek damarlarına ayırıyor sessizlikleri. Bir ezgi. Bir yalnız. Bir resim. Bir ben. Bir beyaz. Büyüyoruz sonra. Yaşlandıkça gökten yere düşerek, yaşlandıkça düşünerek.


Yazmak ki başa bela. Hele ki okunduğunu bilerek yazmak ne aptallık. Ama kalem tüm zırhını giyinip soyuyor geceyi karanlıkta.


Uyuyorum. Öyle bir uyku ki bulutların arasında. Ayağım kayınca dünyaya varıyorum her yolumda.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not