Yeniye inat.

“Bazen eskiyi olduğu gibi hatırlamak için insan; hep ondan kaçar. Bir köşe kapmaca oyununda bulur kendini. Kaybolan ya da yakalanan kimdir bilinmez ama. “
Dün kaybolmuşum ya da uyuyakalmışım. Onun gibi bir şey. Yeniden eskiye dönmek, onu özlemek gibi. Aslında güzeldir yeni; alışkanlıkları değiştirmedikçe. Alışkanlık nedir ki? Nasıl gelip de öyle vücudumuza oturur ve senelerce çıkmaz üstümüzden? Alışkanlıkları terk edememek değil sorun ama. Sorun insan’lar. Ki insanlar beni anlamaktan oldukça yoksunlar. Ben de pek anlatmıyorum kendimi. Konuşacak bir şey bulamıyorum çoğu zaman. Uzağa, daha da uzağa bakıyorum her seferinde. Ama uzaklar iyi gelmiyor bir süre sonra. Güvenmiyorum kendime sonra. Sesim titriyor. Gülmelerini istiyorum başta. Sonra tüketiyorum kendimi. Her şey bitiyor ve sahne.

Susmak istiyorum.

Ne düşündükleri umurumda olmasa. Belki durakta otobüs beklerken birileri daha fark eder -benden başka- benim onlardan önce geldiğimi. Gülümseyince çevrilmez suratlar belki. Çok mu şey istiyorum sanki? Kendimle konuşup duruyorum. Bazen çok sevilen biri yapıyorum kendimi. Bazen ağlayan bir oyuncu. Rolünü son sahnesinde unutmuş amatör bir oyuncu değil ama. Gerçekten sevdiği ölmüş gibi, gerçekten ustaca oynayan bir oyuncu. Hakkımda güzel şeyler söylüyorlar. Arada aynanın karşısında şu şekilde poz vermeliyim diye düşünüyorum. Ben saçlarımı kuruturken sadece saçlarımı düşünmem. Ağaç, trafik, yıldız, dünya, mevsim, kitap, kahve, sıkıntı aklıma ne gelirse düşünürüm. Aynaya bakıp oynamaya çalışıyorum kimi zaman. Hazırlıktaki hocam demişti; aynaya bakıp konuşmak insana güven verir. Adamın anlattığı onca İngilizce sözlükten aklımda sadece bunun kalması ilginç. İlkokuldaki hocamla ilgili olarak da sadece zıldır zıp’ı hatırlamam gibi bir şey. (zıldır zıp deve cüce’ye benzer bir oyun, sadece sıra üstündeyken oynanıyordu.)

Konuşmak istiyorum.

Ne zaman konuşmak istesem boş boş bakıyor elinde sigara tutan eller bana. Oysa anlatacağım çok şey var. Ama hevesim kaçıyor hemen. Ben bir kahve alayım lütfen, evet evet orta şekerli. Çekiniyorum. İnsanlar uzaklaşıyor benden. Hep kendimde suçu arayıp içimden onlara sinirleniyorum. Yönlerine, söz tutmayışlarına kızıyorum insanların. Her şeyi herkesle paylaşmak umudundalar. Günübirlik hayatlarına takılmak istiyorum kimi zaman. Ama olmuyor. Susmak henüz pişmemiş, tatsız bir yemek onların sofralarında. Ben tatsız ve çöpe atılmalık kalıyorum yanlarında. Ama bir şey demiyorlar. Niye desinler ki? Gideceğini bilen birine kapı göstermez kimse. Usulca gidiyorum yanlarından. Giderken bile çekingen ve korkak. Neden korktuğumu bile bilmiyorum aslında. İnsanların genlerinde değişmez kodlar var sanırım; engelleseler bile hiç gitmeyen. Çekingenlik de böyle bir şey. Bir daha böyle olmasın istiyorum. Günlük falan tutuyorum. Her yazdığım günü yarım bırakıyorum, sonrasında saçmaladığımı fark edip. Belki güzel bir resim çizebilirim diyorum. Sonra onu unutup sadece uyuyorum. Uyumak; uykuda kalabildiğin müddetçe iyi geliyor insana. Aslında düşünmemek daha iyi. Mesela şu masa kırmızı ve kareyse; hiç düşünmemeli insan neden kırmızı ve kare diye . Öyle diye kabul etmeli. İnsanların yanında yaşamaya da 2+2’nin 4 olduğuna inandığı gibi inanmalı. Sonra matematik okuyacağım diye zırvalamamalı mesela. Aklından şüphe etmemeli. Beyne olur olmaz günlerde işkence etmemeli.

Uyumak istiyorum.

Bazen gökyüzüne baktığımda; yıldız görünce seviniyorum. Sanki ‘eski’nin aynı kaldığına dair bir umut yıldızlar. Sonra gülerek dayıyorum kafamı yastığa. Sabah şarkı söyleyerek uyanıyorum sonra. Beş dakikalara sığınmadan anında zıplıyorum yatağımdan. Acaba insanlar farklı ben mi farklı diye düşünmeden dişlerimi fırçalıyorum yavaş yavaş. Acelem yok, kahvaltımı yapıyorum. Çay bile içiyorum o derece. Sonra durağa gidiyorum yavaşça. Koşmuyorum. Zaman’a birisi tekme atmış sanki yavaş yavaş ilerliyor. Durağa geldiğimde kimsenin olmadığını görüyorum. Biraz bekledikten sonra geliyor otobüs. Sanki benim önce geldiğimi bilircesine herkes önümden çekiliyor. İlk ben biniyorum. Otobüs boş, hiçbir zaman olmadığı gibi. Cam kenarına oturup yola bakıyorum; ikinci kattan. Uzakta bir yıldız görüyorum. Belki hiç uyanmadım. Belki hala rüyamdayım. Ama yıldız dönüyor etrafımda. Sonra hızla düşüyor yere. Bir ağacın gölgesine. Baharı düşler gibi dayıyorum kafamı cama. Yol uzun. Yıldız uzak ve beyaz. Belki annenin o gün en sevdiğin yemeği yapması gibi güzel olabilir her şey.

Yorumlar

  1. Veysel Hoca! Ondan hiç ders almadığım halde ders almış gibiyim, ne demekse, anlarsın...

    aynaya bakmaktığımda aynanın nasıl beni gösterdiğini düşünüyorum, sonra ruhun neremizde olduğunu sonra canın nerde saklandığını...

    saçmalık mı hepsi

    en azından birileri daha var, birileri daha bir şeyler düşünüyor, birileri daha yalnız kalıyor!

    yalnız kalıyoruz, ve bundan yakınıyor muyuz...
    kendi yalnızlığımdan bahsetmek istemiyorum, senin yazın ama bazen durup o dolu kalabalıklara baktığımda içimde o kalabalıklardan daha kalabalık bir şey olduğunu farkediyorum
    sen de senin için farkediyorsundur belki
    yoğun kalabalıklar var yakın çevremde uyum sağlıyamıyoruz, en azından öyle hissediyoruz; onların bakışlarından sonra öyle hissediyorum.

    Ah en güzeli, matematik okuyacağım diye zırvalanmadım:) ama şimdi kitaplarıma bakınca başka bir şeyler için zırvalanmılım gibi:)
    ama yine de matemeatik değil:)


    bırak zamana tekme at
    sonra kalabalıkların yalnızlığına

    evet o geri zekalı kalabalıklar pis pis sırıtıyorlar ama korktukları yalnızlıkalr içlerinde...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

Sınırların ötesinde saçmalamak

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not