Kayıtlar

Eskiden

Eskiden yazarak kaçardım. Yazarak kaçmak iyi gelirdi. Önceleri hep şiir yazardım, liseye kadar yazdım. Sonra karamsar şiirlerimi bırakıp düz yazıya döndüm. Eski bir arkadaşım şiirlerimde genel olarak bir konu olmadığını oradan oraya geçtiğimi söylemişti, bunu ben konuşurken de söylerlerdi. Aslında benim için bağlantı vardı, mavi rengiyle başlayıp denize gelip sonra denizin hiç olmadığı bir şehirle bitirebiliyordum yazdıklarımı. Chatgpt bile beni tanımlarken “Konu değiştirmen çok akıcı. Bu, yüksek işlem hızına, meraklı bir zihne işaret ediyor.” dedi. Belki arkadaşımın dediğinde takıldım, belki daha çok şiir okudukça gerçekten artık daha iyi şiir yazmayacağıma inancımdan dolayı şiir yazmayı bıraktım. Ama Teoman gibi geri döndüm. Şiir yazayım diye değil, gerçekten bazen öyle anlar geliyor ki, yazmasam olmuyor. Ama daha çok düz yazıyorum ya ters ya da her ne ise! Eskiden yalnız kalmayla ya da bazı anlarda olmama isteğiyle böyle baş ederdim. Bazen eski Pınar’a soruyorum ne yapardı zor anlar...

On yedilerinde aşk-Bahar

Yani a ş k sadece on yedilerinde mi? Nasıl sevece ğ ini bilmedi ğ in, nasıl kırılaca ğ ını göremedi ğ in ya ş larda. Belki de belirsizli ğ in dibinde. Yüzünün bile henüz oturmadı ğ ı güzellikte, utancında kızardı ğ ın, korktu ğ unda kaçtı ğ ın, ama ısrarla bekledi ğ in ve belki de en çok güvendi ğ in ya ş ta a ş k.  İ lk ne zaman âşık oldum hatırlamıyorum. A ş k neydi tam olarak bilmiyorum. Çok eskiden ilkokul birde bir arkada ş ımız vardı -sonra ayrılmı ş tı bizim sınıftan- tüm kızlar onu seviyordu. Ben sevmek ne demek bilmiyordum. Ama belli belirsiz bir anı, derste gereken bir e ş yayı benden istedi ğ inde ho ş uma gitmi ş ti -sebepsiz-. Çocukluk.  Çok sonra on altıda tanı ş mı ş tım onunla, Atilla ile. Aslında o benimle tanı ş mı ş tı. Hiç görmemi ş tim onu. Gelmese fark eder miydim onu bilmiyorum. Çubuk kraker yiyordu, siz de almaz mıydınız dedi, arkada ş ımla otururken. Ben geç ba ş lamı ş tım okula. Tatilden yeni dönmü ş tük. Çubuk krakerden bir tane alıp gülmü ş tü arka...

Gri

Resim
Eskiden de her şey güzel değildi. Sadece sen güzel olan şeyleri hatırlıyorsun. Siyahlar vardı, griler vardı. Renkler olduğu gibi beyaz da vardı. Çocuklukta hatırladığın mutlu anların yanında umutsuz gözlerin, sessiz kelimelerin, söyleyemediklerin vardı. Neden şiir yazdığını, bu zorbalıklardan bu kendini bilmez insanlardan nasıl kaçtığını hatırla! Konuşmayıp kaç defter bitirdiğini, kaç kitap okuduğunu, sıkıldığın öğlenlerde yer fark etmeksizin kitabın kucağındayken uyuyakaldığını hatırla. Adaletsizliği gözü kapalı izleyenlerin bu yaşta sana adalet dersi vermesini izle. Ya da izleme Pınar. Nesini izliyorsun. Bırak kalsınlar orada, sen yürüyüş yap, koş, yeni aldığın kitabı oku. Hem çok sevmiştin Dan Brown’ı bunu hatırla. Her çizgiyi sen düzeltemezsin, sen de yamuk çiziyorsun hem. Ayrıca insanların yüzüne bakarak yalan söylemesini de dert etme. Belki senin için de susma zamanı geldi. Her şeyi anlatmaktan, her bilgini paylaşmaktan yoruldun belki de. İnsan çocukken en iyi çözümleri buluyor. ...

Kelebek, Pecs

Resim
-Kelebek! Bu sesi, bu sözcükle bana hitap edilmesini öyle unutmuşum ki. Kelebek kelimesindeki tüm harflerin tek tek söylendiğini, sakince vurgulandığını. Unutmuşum. Böyle sevilmeyi de unutmuşum. Arkama döndüm. Artık saçı da sakalı da biraz beyazlaşmaya başlamış Mehmet’i gördüm. Yanlış yerde. Macaristan’ın küçük bir şehrinde. Yalnızken. Ve yalnızlığın tadını bir fincan espresso ile çıkarırken. Önce zaten Türkçe konuşulduğuna inanamayıp bakamadım, Macarca bazı kelimeleri nedense Türkçe duyuyorum. Kafamı çevirebildim yalnızca. Tepkisiz. -Ada ne işin var burada? Donup kaldım. Aramızda çok mesafe vardı. Sene, kilometre, fiziken de uzak duruyordum. Masamın tam karşısına oturdu. Ne sarıldı ne yanağıma dokundu.  -Ne yapıyorsun kızım burada? İyi misin? -Kahve içiyorum.  Yani o kadar vakit geçtikten sonra İstanbul’da bile birbirimize bir kez rastlamamışken, burada Pecs’de karşılaşınca anca kahve içiyorum dersin. Ah aptal Ada, ah. Ne kadar da güzeldi gözleri. Koyu kahve mi siyah mı emin ...

Zaman-sız

“Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı.   Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz)   Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı.”   Bu şiiri ortaokul Türkçe öğretmenim ezberletmişti. O zamanlarda ezberlerken ne kadar da basit ne kadar da herkes yazabilir gibi gelmişti. Sonra kelimeleri ezberlediğinde anlamdan ne kadar koptuğunu fark ettim. Yazarken de okurken de öyleydi. Ezberlediğimiz şeylerin derinliği belki de uçuyordu. Sonraları fark ettim. Zamanın fedakarlığını, birine verebileceğiniz en güzel şeyin sadece “zaman” olduğunu. Sonra zamanyok diye e-posta adresi aldım. Ama yine de zamanı olduramadım. Ne de bize gelmeyen zamanları, işleri, bitmeyen işleri, bitmeyecek işleri. Bizden önce gelen işleri. Özgürlüğümüzü elimizden alan, bizi burada bırakan, bir sevgi sözcüğünü bile bu zamana yetiremeyen işleri. Bazen o tozu alınması gereken fazladan eşyayı atasım, ...

Prenses K e l e b e k

Mehmet: Ne oldu? İkimiz aynı anda yazdık. Ada: Sus söyleme diye bir şarkısı var Zülfü Livaneli’nin biliyor musun? Mehmet: Ah evet, bayılıyorum ona. Ada: En sevdiğim şarkısı. Ada: Sana bir şey soracağım. Mehmet: Sor. Ada: “Uzak değildi bombaların sesinde büyümüş çocukların sesleri” dediğimde iki kere ses kelimesi oluyor, bombaların içinde mi desem? Mehmet: Evet, öyle yap bence de. Ama fazla da göze batmıyordu. Ada: Bugün her dediğimi kabul ediyorsun. Mehmet: Uzak değildi bombaların içinde büyümüş çocukların sesleri, iyi bence. Mehmet: Melih nasıl bir adam, iyi mi? Ada: Melih mi bilmem? Benim hakkımdan çok şey biliyor. Ada: Melih’i boş ver, Sus Söyleme deyince aklıma bir film geldi. Yeşil Bir Dünya, diye. Orada Ayşegül Aldinç söylüyordu bu şarkıyı. Biliyor musun? Mehmet: Bilmiyorum, başka kim oynuyor? Ada: Tolga Savacı. Mehmet: Bir defa izlemiştim sanırım. Ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Bir sahne dışında. Hani Ayşegül Aldinç’in şarkı söylediği bir sahne vardı. Ada: Sus Söyleme’yi söylüyo...