Kayıtlar

Ben Bir Şairim

Resim
  Yazmaya yedi yaşında başladım. Şair olmak seçilebilseydi, şair olmak isterdim. Matematiğim iyiydi. Semerkant kitabını ortaokulda okumuştum. Ömer Hayyam hem çok iyi bir matematikçi hem astronom, tarihçi, filozof ve en nihayetinde çok iyi bir şairdi. Onun gibi hem şair olup hem matematik ile ilgilenebilirdim. Benim sayısalı seçmem gerekiyordu. Edebiyat dersini çok sevsem de Coğrafya ile aram pek iyi değildi, doğal taşları falan da hiç merak etmiyordum (Şu anda doktorada bölgesel iktisat çalışmam dışında hiçbir sorun yok). Biyoloji dersini sevmiyordum yalnızca. Bu da sayısalı seçmeme engel değildi. Sayısalı seçmem şiir yazmama hiç engel değildi. Zaten Edebiyat hocamız Ahmet Hoca varken, biz yazardık. Yazmamı, yazmamızı çok destekledi. Sayfalarca deneme, şiir, öykü ne varsa yazdık. Bir defter aldık, tüm sınıf içerisinde dönen, herkesin okuduğu kitabı yazdığı. Lise ikide hiç okumadığım kadar kitap okudum. Yolum uzundu, eve giderken yollarda, arada teneffüste, arada derslerden sıkıldı...

On Bir Mektup

Resim
Bugün seni öğrendiğim ilk gün. Yarın Floransa’ya gidiyoruz. İçimde hiç bilmediğim bir duygu. Ilık bir his. Sanki yeni okuldan gelmiş, uykuya dalmış ve uyanmış gibiyim. Canım, senin gelmeni dokuz ay sabırla bekleyeceğim, kalp atışını, cinsiyetini öğrenmeyi, büyümeni ve doğmanı. Sana yazacağım belki her ay, belki birkaç ayda bir, belki okursun sonra.  Canım bebeğim bugün kalp atışlarını duyduk. İnsanların mutluyken ağlayabildiklerini de hissetmiş olduk. Artık daha gerçeksin, kulağımda senin ses kaydınla uyuyorum. Geçmeyen mide bulantılarımla işten geldikten sonra son kuru ekmeği de yiyip yattım. Bu mide bulantıları geçecek biliyorum. Seni bizden başka kimse bilmiyor henüz. Hem içimdesin ama kimseye söyleyemediğimden heyecanım içimde saklı.   Canım kızım. Evet biliyordum benim bir kızım olacağını. Senin gelmeni bekledik. Öncesinde hazır değildim bir çocuk fikrine. Şimdi günler geçtikçe büyümeni, kilo almanı izliyoruz. Seni bekliyoruz, ışığınla gel canım kızım. Canım Işık’ım. Baba...

1-C

Resim
1.sınıfa başladığım günü, gece yatarken heyecanımı, kalemlerimi, çantamı, defterimi, kalem kutumu dün gibi hatırlıyorum. İlk sıra arkadaşımı, siyah camlı gözlüklü öğretmenimiz Hasan Saray’ı, sınıfımım 1-C’yi, gülen gözlerimi, okula gitmek isteyen küçük kalp atışımı, öğretmenin ilk gün erken çıkarmasını, küçük karıncalar gibi serviste yolumuzu bulmamızı, her şeyi hatırlıyorum. Yarın Bilge de 1.sınıfa başlıyor. Belki ben ondan heyecanlıyım, çantasını, kalem kutusu, suluğu, kıyafetleri hazır. Bir yandan diyorum sanki dün doğdu, ne ara okula başladı. Bir yandan da ne güzel diyorum bir insanın büyümesine eşlik etmek, onunla büyümek, güzelleşmek, kalbini doldurmak. Ona en güzel kalemleri, defterleri aldım. Bunca zaman dolmakalemlerim de dâhil hepsini kullandı zaten. Onun için inşallah güzel bir eğitim başlangıcı olur. Endişelerimiz silinip güzel anıları yaşayacağı, huzurlu, mutlu ve başarılı olacağı bir yıl olur. Yazmak istedim. Bir anı kalsın bugünden, bu güzel andan.

Doktor-a

Resim
2 010 yılında yüksek lisans yaparken bazı günler erken gelirdim okula. Böyle günlerden  bazılarında Taksim’den bir kahve alıp okula giderdim. O zaman bir kahve almak öğrenci harçlığıyla lüks değildi. Sabahları Taksim çok güzel olurdu. Kalabalık değildi öncelikle.  Sadece çöp arabaları olurdu, sessiz dükkanlar kapalı, güzel binalar. Tabii o zamanlar kafelerin yerini lüks restoranlar, küçük dükkanların yerini de büyük mağaza zincirleri almamıştı. Neyse konumuz bu hiç değil. İstanbul zaten çok değişti. Her şey değişti. Bazı günler Bambi’de (onun da o şubesi durmuyor, tatlıcı olmuş) tost yerdim. Bazı günlerde özellikle ekonometri ödevim olduğu günler Taşkışla’nın kütüpha nesinde ders çalışırdım. Oranın kütüphanesi Maçka’nın basık kütüphanesinden daha güzel gelirdi.  Mimarlık fakültesi avlusuyla da büyülerdi beni. Enstitü orada olduğundan işimiz  olduğunda oraya mutlulukla giderdik. Yıllar sonra 2017’de doktoraya başladığımda  Taşkışla’da ayn...

Yalnızca sevgisiz kalmışsın

Resim
Sevdiğini göstermenin birçok yolu var, seni seviyorum demeden. Düşündüğünü   hissettirmek, kahveyi nasıl içtiğini bilmek, sevdiği bir kalemi almak, sevdiği sanatçının   konserine ya da bir şehre götürmek sevdiğini.  Sevdiğini göstermenin birçok yolu var, seni seviyorum demeden. Sevmediğini    göstermenin de. Seni sevmiyorum demeden. Israrla yemediğini bildiğin maydanozu   koyabilirsin yemeklere. En sevdiği rengi, hangi şarkıya ağladığını, kiminle güldüğünü   bilmeden geçebilir yılların. En önemlisi zaman ayırmazsın. Sevmediğini göstermenin en   kolay yolu vakit ayırmamak, düşünmemek. Bil ki biri seni arayıp sormuyor, vakit   ayırmıyorsa, sevmiyordur zaten. Hiç sevmemiştir. Başkalarına yeten sevgisi sana eksik   kalmıştır. Çok şey istememişsindir. Belki bir kahve. Belki bir söz, belki küçük bir   düşünce. Belki bir sessizlik. Bir saçını okşayış. İstediğin bu kadar. Birini sevmediğini   göstermenin birçok yolu var. Dinlememek, gö...

Kendinden Uzak Bir Mavi

Resim
Herkesin kendinden uzakta kaçmak istediği bir yer, bir insan vardır. Bir huzur. Yıllarca insanlarda aradığım tek şeyin sakinlik, huzur ve söz olduğunu anladım. Sakinlik derken telaşsız, yavaş insanlar değil söylediğim. Acelesinde bile sakın kalabilen, yanında ağır kelimelerin ve iğneleyici lafların kurgulanmadığı insanlar söylediğim. Ve tabi sözünü tutabilen. İnsan otuzundan sonra insanların sözünü tutan ve tutmayan diye ayırabilirmiş. Benim aradığım daha az sesli, daha huzurlu, kapıların çarpmadığı, seslerin öfkeye dönüşmediği anlar, şehirlermiş. Bu yüzden bir kahvede, bir kitapta, bir şarkıda kendimi kaybetmişim. Bir konserde seslerin ışığında kendimi bir şarkının en güzel nakaratı sanmışım. Saçlarım kısa olmuş. Saçlarım sarı olmuş, kızıl olmuş, kendi kahve rengini unutmuş. Ama gözlerim unutmamış. Hislerim de. Aynı kokuda, aynı şarkıda geçen bir yılı hatırlamış. O geçen yıllarda insan her an mutlu olmasa da o günlerin ne kadar güzel olduğunu sanırmış. Yıllar geçer üzüntülerin hepsini...

Frezya

Resim
Frezya ilkbaharda kısa bir zamanda açarmış. Benim mutlu olduğum anlar gibi sınırlı, Yalnızlığımla baş edebildiğim günler gibi sarı. Kelimelere saklı dertlerim, Dinleyecek birini bulamadığından, Defterlere, duvarlara, ses kayıtlarına suskun cümlelerim. Hastayım, kötüyüm desem; Konuyu değiştirip Bugün ağaçlar da çiçek açtı der annem. Arkanda annen yoksa, Duvarlar var. Arkanda yoksa kimse düşebilirsin, Sakar sanırlar. Oysa ki elinden tutup kaldıran yoktur. Çocuğun olduğunda anlarsın. Sevgiyi. Sonsuzluğu, Aynı matematikteki gibi. Yine bakarsın rakamlara, Kelimelerden çok aklında kalan sayılara. Anlamak. Bir başkasını dinlemek. Üzülmeyeceğim diye öfkelenir,                      Tırnak yemeyi de kökten bırakır, Sinirlenir sesin. Sonra sessizlik. Esen rüzgârda biraz daha üşür, Ama kendi başının çaresine bakarsın. Karşıdan karşıya geçmeyi, Konuşmayı, Deniz kenarından yürümeyi, Sesini duyurma...

Delilik, doktora sıralarında

Resim
Yeditepe İstanbul yayınlandığında ben liseye gidiyordum. İlk yayınlandığı sıralarda izlememiştim, Burçak izlerdi hatırlıyorum. Yıllar sonra uykusuz gecelerde, Bilge için kalktığım sıralarda izlemeye başladım. Oradaki Yusuf adındaki biri   “Otuz beş yaşındayım, daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. Ama kenarındayım o kesin. Hem de en kenarında.”  böyle diyordu. Bunu dinlediğimde otuz iki yaşındaydım, şu an otuz altı. Çocukken otuz yaşındaki insanlar insanın gözüne ne kadar büyük geliyor. Lisede öğretmenlerimizin çoğu otuzlarındaymış. Sınıflarımız küçükmüş ve kopya çektiğimizi de çok rahat görebiliyormuş öğretmenlerimiz. Otuz ikideyken düşünmüştüm, gerçekten ne yaşadım ya da neler yaşadım ve ne ürettim, neredeyim diye? O günlerde sadece uyumak istiyordum ve doktorayı dondurmuştum. Günlük birkaç saatlik uykuya sığınan gözlerim sadece uykuyu arıyordu. Şimdi otuz altıma geldiğimde tekrar soruyorum kendime? Ne yaşadım? Neler yaptım? Ne olmak isterdim ve ne oldum gib...