Kelebek, Pecs
Tepkisiz.
-Ada ne işin var burada?
Donup kaldım. Aramızda çok mesafe vardı. Sene, kilometre, fiziken de uzak duruyordum. Masamın tam karşısına oturdu. Ne sarıldı ne yanağıma dokundu.
-Ne yapıyorsun kızım burada? İyi misin?
-Kahve içiyorum.
Yani o kadar vakit geçtikten sonra İstanbul’da bile birbirimize bir kez rastlamamışken, burada Pecs’de karşılaşınca anca kahve içiyorum dersin. Ah aptal Ada, ah. Ne kadar da güzeldi gözleri. Koyu kahve mi siyah mı emin değilim. Güzel bakıyordu. Bazen yeşil ya da mavi fark etmez bakışı önemli gözlerin. Yakışıklı değildi. O yüzden istememişti yirmisinde Ada belki. Hem de kafası karışıktı. Ne istediğini bilmiyordu, şimdi biliyor muydu o da bilinmez. Yanağıma dokundu. Sanırım eriyecektim. Yani tüm hücrelerim hareketlendi, tüylerim diken diken oldu.
-Hâlâ bebeksin.
-Ah Mehmet! Senin ne işin var burada?
-Burada yaşıyorum, beş yıldır.
-Nasıl?
-Buradaki üniversitede işte öğretim üyesiyim. Sen?
-Kongreye geldim.
-İnanmıyorum.
Elini yanağımdan bırakmadı.
-Bir kahve de ben alayım, konuşuruz. Vaktin var mı?
-Çok…
Sunumdan sonra birkaç gün kalırım diye düşünüp uzatmışım kalışı.
-O zaman bana gidelim? Kalk hadi. Bu sefer sormuyorum. Geliyorsun.
Elimden tutup çantamı da sandalyeden aldı. Biraz yürüdük, altı yedi dakika. Giderken konuştuk. Elimi bırakmadı. Eski bir apartmanın kapısını açtı.
-Güzel binaymış.
-Mimar mısın Adacığım?
-Biraz…
-Peki, hoş geldin o zaman.
Sarıldı. Hiç de yavaş değil. Benim bildiğim Mehmet sarılmaktan da çekinir korkardı dokunmaya bana. Büyümüştük. Koskoca on beş yıl geçmişti. Kendine çekti beni, saçlarımı okşadı, yanaklarımı, saçlarımı öptü. Gözlerimden öptü. Heyecandan dudağımın kenarını öptü. Bıraktı.
-Özür dilerim. Ada sakın gitme.
Bıraktığı yerden ben sarıldım. Dudağının kenarından ufacık öptüm. O da boynumu öptü.
Sanırım orada küçük sokakta birbirimizi yiyecektik. Birini yeme isteğini gerçekten aşık olanlar anlayacaktır. Biz aşık mıydık? Aşıksak on beş sene birbirimizden habersiz nasıl yaşamıştık. Kapıyı açtı Mehmet. İlk katı geçtik, ikinci kata geçerken beni kucağına aldı. Sanırım buraya geldi geleli iyi spor yapıyordu. Koltuğa oturttu beni. Yine avucunda yüzümü tutup, alnımdan öptü.
-Bekle bir kahve yapacağım.
Oturdum bir kedi gibi gerindi vücudum. Fotoğraflara baktım, Mehmet akademi harici fotoğrafçılık da yapıyordu. Evi çok temizdi, düzenliydi. Siyah, gri, beyaz. Aynı kendi gibi. Sevgilisi var mıydı? Olmuş muydu? Ya Ceylan? Ceylan neredeydi? Fotoğraflarda bir kız aradım bulamadım. Yüzümü yıkayayım dedim, banyoya gittim. Tamamen bir Mehmet evi, banyosu.
-Gel otur karşıma, gözlerini görmek istiyorum.
Karşısına oturdum. Benim de beyazlaşmıştı saçlarım ama boyatmıştım. Ama güzel görünüyordum. Gözlerime baktı, saçlarıma, saçlarımın değdiği bembeyaz omuzlarıma, ellerime, beni izlerken sevdi, severken yedi. Birbirimize baktık. Konuştuk, kahve içtik. Konuştuk, yanıma oturdu. Saçlarıma dokundu. Bir bebekmişim gibi yavaşça korkutmadan.
-Prenses kelebek.
Boynumdan, omuzlarımdan, gözlerimden, alnımdan, yanaklarımdan öptü. Öylece tepkisiz onun öpüşlerinde kendimden geçiyordum. Çekilmediğimden bırakmıyordu. Onunla konuşurken bile hareketlenen tenimden anlatıyordu hissettiğimi, saçlarımı yana çekip sırtımdan öptü. Kulağımı öptü. Kulağıma yaklaşıp:
-Seni yemek istiyorum. Eski Mehmet olsa sana dokunamazdı Ada. Senden izin istemiyorum. Sen de istiyorsun. Seni istiyorum Ada. Seni içimde sarmak, sana dokunmak seninle sevişmek istiyorum.
-Mehmet!
Dudaklarımdan öptü Mehmet. İçimde zaman, ses, ışık her şey yandı, söndü. Sonra her hücremden öptü, sanırım heyecandan bayıldım. Başta güldüm, sonra ağladım, sonra sarıldık. Saatlerce yüzümü avucumda tutup uyuttu beni. Hiç ayrılmamış gibi birleştik, hiç kavuşamamış gibi heyecanlandık.
-Seni seviyorum kelebek.
Mehmet uykuya dalmadan önce kulağımdan, boynumdan öptü.
Uyandığımda karşımda başka bir şehirde. Birbirimizi görebileceğimiz aydınlıkta, çıplak. Utandım, üzerime çarşafı çektim. Gülümsedi. Üstümü örttü. Dudaklarımdan öptü tekrar.
-Uyu prenses. Sana kahvaltı hazırlayacağım.
Gözlerimi kapadım. Salonun karşısında Amerikan mutfak vardı evinde. Yavaşça adımlarını duydum, gözümü açtım. Üstüne beyaz tişörtünü giymiş, peyniri kesiyordu. Mehmet’i hiç yemek yaparken görmemiştim. Bana baktı. Elini yıkadı yeniden yanıma geldi, biraz çarşafı sıyırdı, boynumdan dudaklarımdan tekrar öptü.
-Seni yemek istiyorum, Ada.
Kendimi bıraktım. Beni yemesini sevmesini, öpmesini, sevilmeyi o kadar çok beklemişim ki. Bilmiyorum kahvaltı ne kadar gecikti. Sarıldı, birleştik, öptü, sarıldı, okşadı, sonrasında beni yıkadı, saçlarımı taradı, defalarca kez saçımı öptü. Beni izledi. Çıplakken, utanmıyordum artık. Üzerime onun tişörtünü giydirdi. Gülümsedi.
-İçinde kayboldun Ada.
Kahvaltı hazırladı, saatlerce konuştuk. Dizlerime kafasını koydu, elimi yüzüne, beni sevdi, bana dokundu.
-Gitme, Ada seni seviyorum.
Mehmet o kadar güzeldi ki, gözleri parlıyordu. Konuşmama izin vermeden doğrulup dudaklarımdan öptü. Defalarca kez. Sarıldı, içine çekti, kucağına aldı beni. İncitmeden, sakince.
Kıyafetlerimi giydim. Dışarı çıktık. Saatlerce yürüdük. Konuştuk, güldük, yorulduk, oturduk, yemek yedik, içtik, yürüdük, konuştuk, sarıldık, öpüştük. Ayaklarımız yoruldu, beni taşıdı. Saçlarımı öptü. Aynı sokaklardan defalarca kez geçtik. Taşın üstüne oturduk.
-Ada burada kal, gitme!
Mehmet, ne güzel bakıyordu. Kim yakışıklı değildi derdi, yirmilerindeki Ada mı?
-Gitme burada, aynı okulda kalırız.
Öptüm gözlerinden, sarıldı bana.
-Bu sefer bırakmam, bırakamam Ada, gidelim dersen İstanbul’a ona da varım.
Karşımızdaki kafenin sahibi bizi izliyordu. Belki on seferdir geçtiğimiz için. Mehmet’i de tanıyordu. Mehmet’e günaydın dedi, bana da kafasını salladı.
-Bizim hikayemiz de devam etsin Ada. Ne dersen yaparım, nerede yaşamak istersen orada olurum. İstersen solunda, istersen sağında. Sadece benimle kal, tek isteğim.
Saçlarıma dokundu, gözlerimden, alnımdan öptü.
-Ya burada yaşamak istemezsem?
-Aptal! Lütfen konuşma.
Ayağa kalktı, gitmedi, ama kızdığında hep yaptığı gibi yürümeye başladı.
Sarıldım, sensin aptal dedim. Ayağa kalktım, kulağına fısıltıyla buradayım dedim. Sarıldı, belimden tutup kucağına alıp döndürdü etrafında. Beni öptü, fırındaki adamla göz göze geldik, bize göz kırptı. Hava kararmak üzereydi. Koştuk, caddeleri geçtik, sokakları geçtik. Evine, evimize vardık.
27 Ağustos 2025
Çok içten, duygu dolu, kaçıp giden zamanlar.
YanıtlaSil