Zaman-sız

“Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

 

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

 

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.”

 

Bu şiiri ortaokul Türkçe öğretmenim ezberletmişti. O zamanlarda ezberlerken ne kadar da basit ne kadar da herkes yazabilir gibi gelmişti. Sonra kelimeleri ezberlediğinde anlamdan ne kadar koptuğunu fark ettim. Yazarken de okurken de öyleydi. Ezberlediğimiz şeylerin derinliği belki de uçuyordu. Sonraları fark ettim. Zamanın fedakarlığını, birine verebileceğiniz en güzel şeyin sadece “zaman” olduğunu. Sonra zamanyok diye e-posta adresi aldım. Ama yine de zamanı olduramadım. Ne de bize gelmeyen zamanları, işleri, bitmeyen işleri, bitmeyecek işleri. Bizden önce gelen işleri. Özgürlüğümüzü elimizden alan, bizi burada bırakan, bir sevgi sözcüğünü bile bu zamana yetiremeyen işleri. Bazen o tozu alınması gereken fazladan eşyayı atasım, fazladan yapılan bir kış hazırlığını bozasım gelir. Yapar mıyım? Yapamam. Söylediklerim, söylemek istediklerim, söyleyeceklerim kalbimde kalır. Hiçbir yolu hatırlamadan yürüdüğüm yollarda Neredesin, nerede kaldın? diye sorar annem, zamanı tutarlar, olmadığım vakit. Varken doğum günümü bilmezler. Annen baban saymayınca başkasına da saydıramazsın kendine. Ne sevgiline ne arkadaşına ne bir başkasına. Sevgi ne demek bilmediğinden kafanı ilk yasladığına kanarsın. Oysa matematiksel sevmişlerdir seni. Böyle de demişlerdir. Neredeyse karnını doyurdum, okuttum diyecek seviyede. Sanki dünyaya gelmeyi sanki sen planlamışsın gibi. Sanki bebekken hasta olmak senin seçebileceğin bir şeymiş gibi. Sonra olmuşsun. Sonra kimseye itiraz etmeyen, tüm kırgınlıklara susan bir kalp olmuşsun. Orada bir çiçek solmuş gitmiş, rengi azalmış, parlaklığı azalmış. Kimse fark etmemiş. Bakmamışlar ki. Saçını sarıya boyatmışsın. Görmemişler. Kestirmişsin. Bakmamışlar. Sen en az zamanını defalarca kez ayırmışsın. Acil mi diye sormuşlar. Ağlamışsın, susmuşsun. İçinde gözyaşların kurumuş, kum gibi olmuş, kum dökmüşsün, karnın ağrımış. Görmemişler bilmemişler. Sonra konuşuruz demişler, sonra konuşacak dert erimiş, yapraklar kurumuş, mevsim bile değişmiş, ama zaman gelmemiş. Senin cömertçe verdiğin vakti karşındaki damla damla vermiş. Yine de sesini çıkarmamışsın. Senin sorularını terslemiş. Susmuşsun. Kalbini kırdığında belki yalnız kalırım diye korkup çaresizce sarılmışsın. Sonra sarıldığında tüm kırgınlıkların eline battığını fark etmişsin. Her şeyi ertelerken bunu da yarına bırakmışsın. Her şeyi yarına, tezi, makaleyi, sevmeyi, uyumayı, tatili, mutluluğu, ağlamayı, kilo vermeyi her şeyi ertelemişsin.

Ertelemediğin başkalarının derdi, erteleyemediğinse ölmekmiş.

Bir bakmışsın kapanmış bir ışıkta, bir yaz sonunda, birikmiş hıçkırıklarınla ölmüşsün.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not

Kelebek, Pecs