Araf:Yoksun
-Nerede buluşalım?
-Taksim olur bence ne dersin?
-Sen neresi dersen olur, İstanbul çok değişmiştir.
-Değişti, saat 6 uygun mu?
-Olur, fıstık
Fıstık. Uzun zamandır fıstık yemiyorum. Uzun zamandır ‘Snoopy’ desenli bir şey kullanmıyorum, izlemiyorum. Bazı yerler, şarkılar, kokular seni hatırlatıyor. Yıllar geçmiş. Aynı koku sanki orada kalmış. Onunla en son buluştuğumuz yerde öylece saklanmış. Yıllar geçti o restoranta giden sokaktan geçmeyeli. Yolum da hiç düşmedi zaten.
Taksim’de başka bir yere giderken başka bir sokak oraya çıkardı yolumu. Ne çok restoran yerini kahveciye ya da alışveriş dükkanına devretmişken, o restoran hala duruyordu. Adı da aynı hala:Araf. Orada gözlüğünü çıkarmış bekliyorsun sanki. O gün de öyleydi. 2010 Eylül. Hava sıcak değil, tshirtün üzerinde ince bir ceket giymiştim. Sen sadece siyah bir tshirt, üşümezdin. Umarım hala üşümüyorsundur. Ben zamanında geldim. Sen kim bilir kaç dakika önce.
-Erkencisin.
-Biraz önce geldim.
-Girseydin içeri.
-Seni bekledim.
Önce sarıldın, kocaman ellerini yüzümde gezdirdin. Gözlerimi kaçırmasaydım gözlerindeki hüznü görebilirdim.
Sarıldım. Sarıldın.
Sarılmak tüm yılların özlemini unutturdu.
Elimi tuttun.
Yukarıda, köşede bir masaya oturduk.
Güzel bir pizza yedik. Sade. Eskiden karışık.
-Ben yokken neler yaptın?
-Aynı, bildiğin gibi.
-Sokaklar bile değişmiş. İstanbul artık eskisi gibi sıcak değil.
-Hava durumu olarak mı?
Güldün.
-Bir tatlı yiyelim mi? Hadi sen seç.
Çikolatalı bir tatlı yedik. İsmini hatırlamıyorum. Bir kahve. Bir çay. Bir soda. Kalkma zamanımız gelmişti.
-Ne değişmemiş biliyor musun?
-Neymiş bakalım?
-Gözünü kaçıran bakışların.
Utandım.
Yanaklarım kızardı. Haklıydın. Seni tanıyalı on yıl, birbirimize aşık olalı dokuz yıl olmuş. Hala çekiniyordum. Huzursuz değildim. Kendimdim. Ama yine de böyleydim.
Restoran kapanacaktı. Biraz sonra sandalyelerini düzeltecekti çalışanlar. Buraya gelirdim, okuldan arkadaşlarla, sevdiğim insanlarla. Yeni yerlere gitmeyi ne kadar çok sevsem de sevdiklerimle bildiğim bu köşede sohbet etmeyi, arkadan sakince çalan şarkıyı, birbirimizin sesini duyabileceğimiz anları, aynı pizzayı, aynı köfteyi ve belki aynı kahveyi aynı fincanla yeniden içmeyi seviyordum. Belki Ayça kahvemizi hiç sormadan getirirdi. Sütsüz ve şekersiz, derdi. Belki bir tatlı gelirdi, müessesemizin ikramı, derdi gülümseyerek. Birkaç saatliğine prenseslik iyi olurdu.
-Kalkalım.
Üç, dört belki beş bir aşağı bir yukarı yürüdük Istiklal’de. Eskiden de buradan Galata’ya, sonra Beşiktaş’a geçer, çok yorulunca otobüsle döner. Saatlerce konuşurduk. O zamanlar yani arkadaşken. Aşık olduğumuzu yalnızca kendimiz bilirken. Yine öyle oldu. Saatlerce konuştuk. Fransa’dan, Türkiye’den, üniversitelerden, siyasetten, akıl oyunlardan, eski şarkılardan, yeni şarkılardan, benim yine izlemediğim ama senin çoktan izlediğin yeni filmlerden, yemeklerden, eski arkadaşlardan, kızgınlıklarımızdan, kırgınlıklarımızdan, ailemizden, kayıplarımızdan, mutluluklarımızdan her şeyden konuştuk.
Bir zaman sustuk. Seninle susmayı hiç sevmiyordum. Ne zaman sussan biraz sonra uzaktan bahsedeceğini biliyordum.
Elimi daha sıkı tuttun. Belki birkaç dakika, belki çeyrek saat konuşmadan yürüdük. Yanımızdan kimler geçti, kimler konuşmamızı dinledi bilmiyorum. Elimi bırakmadan, boynumda tutup elimi koluna koydun.
-Artık yapamıyorum.
Gitmek istiyordun belki. Gelmek mi? Konuşmadım.
-Yapamıyorum, her şey güzel, yolunda orada. Ama olmuyor. İstanbul’u değil, seni çok özlüyorum.
Nefesimi bıraktım. Bazen olur ya tam tersini duyacakmışsın gibi.
-Dön.
Sadece bunu diyebildim. Sarıldık. Sanki orada dakikalarca sarılabilirdim. Elini yine yüzüme koydu, öptün. Dudakların sıcak. Sanki hiçbir sevgi görmemiş gibi yüzüm ısındı. Bir kedi gibi sokuldum sevgine.
Döndün. Aynı şehirde yıllarımız geçti. Yapamadık ama. Bazen neden yapamadığımızı düşünürüm. Yeterince sevmemek mi? Kavga mı? Zorluk mu? Kaçmak mı? Bulamam. Öylece bitmiş gibi gelir.
Uzun zamandır geçmiyorum Araf’ın önünden. Sen gideli ben buraya gelmeyeli dört yıl olmuş. Kapıda Ayça’yı gördüm, beni görünce gülümsedi. 
-Kahve?
-Olur.
Şekersiz, sütsüz kahvemi getirdi. Oturdum yazdım. Sadece sana. unutmak istediğim her anıyı . Beynimden çıkarmak istediğim tüm duyguları. İnsan düşünmemeye çalıştıkça rüyasında görüyor. Rüyamda aynısın. Yine gülümsüyorsun. Yine gözlüklüsün. Yine güneşten biraz açılmış saçların. Gözlerin yorgun. Gözlerine bakabiliyorum rüyamda. Uzun. Saatler geçiyor sanki. Uyanıyorum. Yoksun. Unutmak için yazdım bu sefer. Aynı sırada tanıştığımız ilk günü. Aramızdaki snoopy konuşmasını, saatlerce gülmemizi, susmamızı, konuşmalarımızı, gidişlerini, kalışlarını hepsini yazdım.
Sadece unutmak için. Belleğimde hiçbir koku, ses, his kalmasın diye.
Yoksun.
Yorumlar
Yorum Gönder