Kelebek, Pecs
-Kelebek! Bu sesi, bu sözcükle bana hitap edilmesini öyle unutmuşum ki. Kelebek kelimesindeki tüm harflerin tek tek söylendiğini, sakince vurgulandığını. Unutmuşum. Böyle sevilmeyi de unutmuşum. Arkama döndüm. Artık saçı da sakalı da biraz beyazlaşmaya başlamış Mehmet’i gördüm. Yanlış yerde. Macaristan’ın küçük bir şehrinde. Yalnızken. Ve yalnızlığın tadını bir fincan espresso ile çıkarırken. Önce zaten Türkçe konuşulduğuna inanamayıp bakamadım, Macarca bazı kelimeleri nedense Türkçe duyuyorum. Kafamı çevirebildim yalnızca. Tepkisiz. -Ada ne işin var burada? Donup kaldım. Aramızda çok mesafe vardı. Sene, kilometre, fiziken de uzak duruyordum. Masamın tam karşısına oturdu. Ne sarıldı ne yanağıma dokundu. -Ne yapıyorsun kızım burada? İyi misin? -Kahve içiyorum. Yani o kadar vakit geçtikten sonra İstanbul’da bile birbirimize bir kez rastlamamışken, burada Pecs’de karşılaşınca anca kahve içiyorum dersin. Ah aptal Ada, ah. Ne kadar da güzeldi gözleri. Koyu kahve mi siyah mı emin ...