Ben Bir Şairim

 Yazmaya yedi yaşında başladım. Şair olmak seçilebilseydi, şair olmak isterdim. Matematiğim iyiydi. Semerkant kitabını ortaokulda okumuştum. Ömer Hayyam hem çok iyi bir matematikçi hem astronom, tarihçi, filozof ve en nihayetinde çok iyi bir şairdi. Onun gibi hem şair olup hem matematik ile ilgilenebilirdim. Benim sayısalı seçmem gerekiyordu. Edebiyat dersini çok sevsem de Coğrafya ile aram pek iyi değildi, doğal taşları falan da hiç merak etmiyordum (Şu anda doktorada bölgesel iktisat çalışmam dışında hiçbir sorun yok). Biyoloji dersini sevmiyordum yalnızca. Bu da sayısalı seçmeme engel değildi. Sayısalı seçmem şiir yazmama hiç engel değildi. Zaten Edebiyat hocamız Ahmet Hoca varken, biz yazardık. Yazmamı, yazmamızı çok destekledi. Sayfalarca deneme, şiir, öykü ne varsa yazdık. Bir defter aldık, tüm sınıf içerisinde dönen, herkesin okuduğu kitabı yazdığı. Lise ikide hiç okumadığım kadar kitap okudum. Yolum uzundu, eve giderken yollarda, arada teneffüste, arada derslerden sıkıldığımda okudum. Öyle ki o zamanlarda okuduğum kitapları bu yıllarda okumam zor. Yazdım. Çok insanın içinde yalnız kaldığımda, kendimi bulamadığımda. İlkokul ve ortaokulda çok şiir yazdım (belki dört yüz vardır). Sonrası lisede Ahmet hocanın da desteğiyle şiir yarışmalarıyla geçti. İlk defa şiir yarışmasında birinci oldum, “Yalnız Kaldın Mı?” adındaki şiirimle. Lisede hazırlığa gidiyordum. Ahmet hoca bizim hocamız değildi o zamanlar. Benimle tanışmak istemiş, öğretmenler odasına çağırmıştı. Umarım dedim, bana şiirimi okutmaz, ezbere de bilmiyordum. Sevdiğim şiirleri ezberlerdim, ancak kendi şiirlerimi aklımda tutamıyordum. Diğer yandan kendi şiirimi bir başkasına sesli okumak çok zordu. Her şeyden öte çekingen biriydim. Neyse ki Ahmet Hoca şiirimi okutmadı, yalnızca tanışmak istemiş. Sonrasında şiirlerimi okumaktan da çekinmedim. Okulda şiir dinletisi yaptığımız bir vakit şairlerden şiirleri okurken ben Nazım Hikmet’in bir şiirini ve kendi şiirimi okudum. Koskoca bir konferans salonunda okumadan önce deneme yaptığımız bir gün dinleyen bir öğretmenimiz kendi şiirimi okurken (benim yazdığımı bilmiyor) şairin duygularını yansıtamıyorsun dedi. Arkadaşlarım kendi şiiri ama demişti. Aslında yazarken hissettiğim her şeyi okurken de hissediyordum. Ama belki sesler yanıltıyordu insanı. Yazmayı çok sevdim. Ama dediğim gibi matematiği de çok severdim. Matematik mühendisi olmak istiyordum. O yıl puanım yetmedi, sonra hazırlanmaya enerjim yoktu. İktisat okudum. Geriye döndüğümde acaba bir sene hazırlansaydım diyemiyorum. Dediğim gibi bir yıl daha hazırlanacak gücüm yoktu. Üniversiteyi, binasını, ortamını sevemedim. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni istiyordum. Bir şekilde bir arkadaşım İTÜ’de İktisat yüksek lisansı olduğunu duymuş. Oraya başvurduk. Pek de ümitli değil ama istekli. Kabul aldık. İTÜ benim için farklıydı. Bunlar konu dışı. Ama benim beynim böyle, oradan oraya geçmeye konu dışına geçmeye çok alışık. Sonrası çok güzel geçen iki yıl. Ve orada yazmaya devam ettim. Bazen ara versem de kelimelerden kaçsam da hep yazdım. Umursamaz gibi görünen kalp kırıklığımı anlatmak için, insanlardan kaçmak için, belki insanları anlamak için, bazen mutluluğumu defalarca kez kendime hatırlatmak için, bazen de özlediğim eski anları hatırlamak için yazdım. Böyle zamanlardan birinde İTÜ’deki asistanların bir Edebiyat fanzinine rastladım, o zamanlar Umut (Gündüz) vermişti bana. Ben de yazıyorum, ben de yazımı verebilir miyim diye sordum biraz (belki de fazlasıyla) çekingen. Tabii dedi. Çekmece çıktığı sürece yazılarımı yolladım. Birçok hocanın, asistanın ve lisansüstü öğrencilerinin bir kısmının yazılarının, şiirlerinin yayınlandığı bir fanzindi, hâlâ saklıyorum sayılarını. Ben okumayı çok seviyordum. Sonrasında yüksek lisans bitti. Umut Ümit Şenesen hoca için bir armağan kitap yazmayı planladıklarından bahsetti (Ümit hoca o yıl emekli olacaktı). Ümit hoca benim danışmanımdı. Başta söylediğini Ümit hoca hakkında bir yazı sandım. Bu çok zor dedim, biri hakkında bir yazı kaleme almak. Sonrasında hikâye olduğunu anlattı. Bir hikâyemi yolladım. Ümit hoca için o kitap basıldı, benim de sanırım bir hikâyemin yayınlandığı tek kitap. “Bir Sıcak Ev”, kitabın adı. Her yazar sanırım kurgu karakterler ve isimler seçer yazarken. Ben isimleri tanımadığım insanlardan seçerim, isim bir şey hatırlatmasın diye. Bu kitapta yer alan “Bahar Vakti” hikâyemde geçen Mete isminde bir tanıdığım yoktu o yıllarda. İlginç bir tesadüf ki eşimin ismi Mete. Ümit hoca “Bir Sıcak Ev” adlı şiirini paylaşınca ben de eski Çekmece sayılarına baktım. Tolga Kaya hocanın “Lipsos Buğulama” hikayesini o tatla tekrar okudum. Dediğim gibi eğer olunabilseydi şair, belki yazar olmak isterdim. Belki daha çok yazmak, kelimelerle oynamak, sessizliğimi, seslerimi hafifletmek isterdim. Ama olmadı. Olamadı.

Ben bir şair olamam
- Temmuz 20, 2018
ben bir şair olamam;
hele ki bir yazar hiç.
belki bir kelime tutucu
belki bir ışık bekleyen
ama yazan olamam.
ben kalem olsam konuşmak isterim;
yazmak değil.
kelime olsam kaçmak isterim.
oysa yazmayı severdim önceden
oynardım, kalemin defterde bıraktığı izle.
durmadan yazarken
severdim yazının içimde bıraktığı sesi
oysa şimdi yazmak
harfleri karşılamak,
bir ölüm töreni benim için.
eski yazdıklarımdan uzak cümlelerim.
eski bildiklerimden farklı bildiklerim.
benim yedi yaşım,
yazmışım.
ama ben bir şair olamam.
kelimelerim durgun artık,
cümlelerim koşmak istemiyor.
belki içimden konuşuyor sesim.
belki gitmiyor kalem deftere.
ben bir şair olamam,
ışıksız kalmış tüm şiirlerim.




Not: Bir Sıcak Ev’de yayınlanan hikayem: Bahar Vakti
Bahar vakti.
pinarozcanli.blogspot.com
Bahar vakti.
Bahar vakti. Bağlantıyı al Facebook X Pinterest E-posta Diğer Uygulamalar - Mayıs 04, 2011 Kitabı bitirmeye on sayfa kala çıktım evden. Önceden bir kitabı yarım bırakmanın unutkanlığa neden olduğunu düşünürdüm. Tüm telefon numaralarını aklımda tutmaya çalışırdım; bir g...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Depresyona neden girilir? Depresyondan nasıl çıkılır?

İstanbul Teknik Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Yüksek Lisansı Hakkında Birkaç Not

1-C